Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi 57. Sayı
Genel Yayın Yönetmeni Zeynep Eşin Yayın Kurulu Duygu Harmancı Leyla Mehmetoğlu Geridönmez Editör Leyla Mehmetoğlu Geridönmez Yazarlar Selva Ezgi Yücel Çizim Şaranur Yaşar Tasarım Deniz Eşin Zeynep Eşin Handan Kılıç Selva Ezgi Yücel Ayhan Ün Aslı Esma Karaca Çiğdem Gündüz Kahraman Ermiş
onuk M K ryüzünde; leniyordu ye k yalan söy Ne ço da susarak. , resimle ya zle , yazıyla sö
SANATTA YALAN Duygu Harmancı İnsan kendini bildiğinden beri hikâye anlatıcısıdır. Yine de bir hikâyeyi bir yalancıdan daha iyi anlatan çıkmaz. Yalan uydurmak başlı başına bir hikâye anlatma biçimidir ve bir kurgu dâhilinde ilerlediğinde büyüleyici bir forma erişebilir. Oscar Wilde, Yalanın Yozlaşması isimli denemesinde bu fikri sıkı bir şekilde savunur. Kitabın genelinde Immanuel Kant ve Samuel Taylor Coleridge çizgisinde bir düşünce biçimi benimseyen Oscar Wilde, sanatın doğayı taklit ederek değil ondan tamamen bağımsız bir yerden kendi gerçeğini yarattığını savunur. Ona göre sanat doğanın sıradan bir kopyası değil, insanlığın yaratıcı gücüdür. "Sanat soyut süslemelerle, gerçek olmayan ve var olmayan şeylerle başlar. Bu ilk aşamadır. Sonra hayat bu yeni harikanın büyüsüne kapılır... Sanat hayatı kaba malzemesinin bir parçası olarak alır, onu yeniden yaratır ve yeni biçimlerde yeniden şekillendirir, gerçeğe kesinlikle kayıtsızdır, icat eder, hayal eder, düşler kurar ve kendisiyle gerçeklik arasında güzel üslubun, dekoratif ya da ideal işlemenin aşılmaz bariyerini tutar. Üçüncü aşama, hayatın üstünlüğü ele geçirdiği ve sanatı vahşi doğaya sürdüğü aşamadır." Sanatın gerçeğe kayıtsız olduğu vurgusu bir çeşit manifestodur. Günümüzde sanatın özellikle edebiyatın sırtını gerçeğe dayadığı meselesinin karşısında duran bu yaklaşımda Wilde'ın "Gerçek insanlar hiç var olmamış insanlardır," deyişi duyulur. Yine Wilde’a göre yalan söylemek bir uygarlık eylemidir. “Yalan söyleyerek, gerçekçiliğin sunduğundan daha güzel, daha neşeli ve daha büyüleyici bir dünya inşa ederiz. Yalan söylemek bizim ilkel dürtümüzdür ve ilkel sanat en muhteşem sanat biçimidir çünkü antik sanatçı gerçeği tahrif etmiştir. Modern sanatçı yalan söyleme gücünü yitirmiş, doğruluk ve gerçekçiliği benimsemiştir ki bu da bir çöküş, yani yalanın çürümesi/yozlaşmasıdır.”
söyleyeni yüceltir. Kurguda söylenen yalan hikâyeyi daha eğlenceli ya da daha dramatik kılabilir. Bu da hayatta ve insanda daha çok karşılık bulan bir şeydir. Sanat ahlaki değil, estetiktir. Yalan sanatı estetize eden yolların başında gelir. Öte yandan hayatı boyunca kendi gerçeğinden kaçmış ve bir yalanın ardına sığınmış Wilde için yalan aslında bir özgürlük alanıdır. Yalan söylemek, dünyayı istediği gibi inşa etmek isteyen ve özgürce yaşamayı dileyenlerin sığınağıdır. O yüzden Yalanın Yozlaşması’nda kendini Vivian olarak özgürce kurgulayabilmiş ve konuşturabilmiştir.
The Words / Çalıntı Hayat (2012) Türkçeye Çalıntı Hayat diye çevrilen 2012 yapımı bir filmden bahsetmek istiyorum. Sonu izleyiciye bırakılmış bu güzel filme dair spoiler içeren bir analiz yapacağımdan izlemeyenleri şimdiden uyarmak isterim. Öncelikle başkahramanın yazar olduğu iyi filmlerden biri diyebiliriz. Eskiden yazmak ve yazarlar hor görülürdü. Ama başarılı olanları da ulaşılmazdı. Sonra yazmanın herkes için iyi bir terapi olduğu keşfedildi. Ustalar öğretici, katılımcılar cesur oldu. Yazmak da herkesin gözünü diktiği bir zirve. Bu nedenle yazmayı konu edinen kitaplar satıyor, filmler izleniyor. Herkesin gözü yazarlıkta. Çünkü insan ölümlü dünyada bir salyangozun bıraktığı parlak ama geçici iz kadarcık da olsa bir emare bırakmanın peşinde. Lakin işte o yazarlık denen doruk için ciddi çalışmalar yapılması ve zirve tırmanışı için büyük emekler verilmesi gerekiyor. Yazmanın yürekle yapılan meşakkatli bir iş olduğunu anlayıp bu yola girenlerin kabul etmesi gereken bir husus daha var ki, o da şans. Yoksa gerekli her yoldan geçse de emeğini veren acısını çeken, kan ve gözyaşı ile yazanlar değil de bir şekilde yolunu bulup popüler olanlar kalabalıktan sıyrılıyor. Tanıdıkları vasıtasıyla yazdıkları köpürtülerek olduğundan iyi gösterilen insanlar, bilinirliğin verdiği şansla zirveleri görüyor. Hatta çoğu zaman tek kelime yazmadan. Satışı iyi giden bu kitapların sahipleri yazar payesi ile mutlu mesut yaşarken bu tarz kitapları yayınevi emekçileri yani gölge yazarlar yazıyor.
yayıncılar reklam masrafının azalmasına sevinirken paylaştıkları pastadan kendilerine düşenle keyifleniyor. “Kitabı”nın reklamını sosyal medya ve televizyon programları üzerinden yapan insanlar da yazar sıfatı ile bilinmenin gücünü kullanıp iz bırakma merdiveninde bir basamak atlıyor. Kendi yazdıkları eserler, ünlü bir isimleri yok diye basılmayan gölge yazarlar da kitabın kapağında yazan ismin popülaritesi oranında ekmek parasını çıkarıyor. Hele de günümüzde edebiyatın giderek sektörleştiğini üzülerek görüyoruz. Ülkemizdeki ağır ekonomik koşullar sebebiyle gerçek yazarlardan çok ünlülerin öne çıkarıldığı ve yazarlık sıfatıyla taçlandırıldığı herkesin malumu. Oysa kelimeler önemlidir, bir yazara kendini verene kadar ondan çok fazla şey ister. Öncelikle hayatını ele geçirir, gündüzlerine ve gecelerine sahip olur. Aylarca masa başında çalışan yazarın, her gittiği yerde zihni sürekli yeni baştan kurulan cümlelerle meşguldür. Ve bir gün istediği özgünlükte yazacağının hayaliyle yaşar. Yazmadığı vakitler okur. Genelde ortaya çıkardığı çalışmaları beğenilir ama yayınevleri bunların çok samimi yazılar olduğunu, ünlü bir isim olmadan bunları kimsenin basmayacağını söyler. Ünlülerinse neredeyse her söyledikleri toplanıp kitap olur, nehir söyleşi olur. Sesli ve elektronik kitap olur. Hatta önceki kitaplarından sevilen bölümler tekrar yeni kitaplara alınıp seçmeler diye basılır. Halk tarafından çok seviliyorsa, dizi ve film yapılır. Haberdar olmayanlar da böylece öğrenip kitabını alır. Birbirini besleyen bu çark güzelce işler. Ama bir yazar ünlü değilse televizyonlarda, sosyal medyada gördüklerinden nitelikli, dizi ve filmlere uygun hikâyeler, romanlar yazsa da bir türlü istediği yayıncıyı bulamaz. İşte kelimeler filminde de kariyerini yazar olarak devam ettirmek isteyen ama bunun için ailesinden para almak zorunda olan amatör bir yazarı görüyoruz. Bir zaman sonra babasının uyarısıyla artık işe girmesi gerekir. Çünkü son iki yılını tam zamanlı olarak yazı çalışmalarıyla geçirmiştir. Yazdıkları için tebrikler alsa da baskı şansına ulaşamaz. Babası artık adam olması gerektiğini söyler ve bunun ölçütü evini geçindirmekle kendi sınırlarının olduğunu kabul etmek diye ilave eder. Bu inciten uyarı zaten yazarın içindeki korkunun seslendirilmesidir. Malum iç seslerimizin sahipleri bakım verenler, çoğunlukla anne ve babalarımızdır. Kimse yapmadığı zaman da kendimizi azarlayacağımızda hemen yükselirler ve gücümüzü bizden alarak yıllarca dinlediğimiz nasihatlere götürürler. Orası kurban arketipinin adresidir ve sabotajcı sesleri susturmadan kendi ışığına ulaşamaz insan. Yazmak bu konuda en iyi yoldaş olsa da herkeste çocukluğunun arka bahçesine girecek cesaret yoktur. O yüzden olana boyun eğer, kabullenir. Kahramanımız da hem çevre edinmek hem de yazıdan kopmamak için bir yayınevinde işe girer. Orada getir götür işi yapan diğer yazar adayları da bu amaçla yayınevinde işe girmiştir ama epey zaman geçmesine rağmen durum değişmemiştir. O da iki yıl geçtiği hâlde kendini gösterememiştir. Çalışmalarını gönderdiği yayınevlerinden ya ret cevabı alır ya da kendi ifadesiyle en büyük sesle karşılaşır, sessizlik. Oysa ünlü bir yazar ajanı tarafından kitabı çok içten, sanatsal ve zekice bulunur ancak bunun basılabilmesi için ünlü olması gerektiğini söylerler. Çünkü dünya değişmiştir. Ticari kazanç kriteri edebi eserin önüne geçmiştir. Yayınevleri ünlü olmayan hiçbir yeni yazara böylesi kitaplar için fırsat vermemektedir. Yıllar böyle devam ederken yazarın hayatını değiştiren bir olay olur. Balayında Paris’ten eşinin kendisine aldığı ikinci el deri çantayı karıştırırken gizli bölmesinde bir kitap taslağı bulur. Okur ve etkilenir.
açacağını düşündüğü çok kaliteli taslağı kendi yayınevine kendisi yazmış gibi götürür. Patronundan rica etse de altı ay geçmesine rağmen editörler bakmaz. Bir gece editör eşinin baskısıyla çalışanı olan yazarın kitabını okur. Ertesi sabah hemen basmak istediğini söyleyerek anlaşma imzalar. Bu kitapla kariyer yolculuğu zirveye taşınan yazar Amerika’nın en büyük yazarı ödülünü alır. Bir anda eşinin, ailesinin, şimdiye kadar onu görmezden gelen yayınevleri ve okurların takdirini kazanır. Ama içi rahat değildir. Hiçbir zaman ulaşamayacağını bildiği nitelikte bir öyküyü kendi adıyla çıkarmıştır. Hemen arkasından kendi yazdığı ama daha önce ünlü olmadığından basılmayan kitabı çıkartır. O da aynı nitelikte olmasa da ilki gibi çok satar. Bir gün parkta otururken birkaç gündür kendisini takip eden yaşlı bir adam yanına gelir ve kitabını imzalatır. Sonra da kendi hikâyesini anlatmak ister ama ünlü yazar ilgilenmez. Yaşlı adam da kalkmış giden yazarın arkasından kitabını kaybeden bir yazarla bunu bulan sidikli bir çocuğun hikâyesi deyince yıllardır bu vicdan azabını taşıyan yazar dönüp oturur banka. Hikâyenin aslını öğrenir. O günden sonra hayatı altüst olur. Bir sonraki kitabında da bu çalıntı durumunu yazar. Yine çok satar ama hiçbir zaman yaşlı yazarın dediği gibi kelimeleri nereden geldiği belli olmayan bir nehir gibi çağlamaz. Yine de bilinen, ünlü, zengin bir yazar olmayı başarır. Şansı yaver gitmiştir. Yaşlı adamsa, emek verip yazının çilesini çeken ama ekmeğini yiyemeyen binlerce yazar gibi başka işlerle geçimini sağlayıp adı bile duyulmadan dünyadan göçer. Yine de üçüncü kitabını ilk kitabının günahını çıkarırcasına bir dürüstlükle yazıp kurgu süsü verdikten sonra, ‘gerçek, sesini özgür bıraktığından’ başarılı bir eser ortaya çıkarır. Ve yaşlı adamın sözlerini hiç unutmaz: “Benim felaketim, kelimeleri onlara ilham veren kadından daha çok sevmem oldu” Son sözünde okurlara şöyle seslenir, bir yerde hayalle hayat arasında seçim yapmalısın, çünkü ikisi çok farklıdır, birbirine değmezler. Hâsılı kelam, seçimlerimizi yapalım, yazalım. Yazıya emek veren gerçek yazar dostlara dileğim de şanstır.
Güzel Geldik Güzel geldik birbirimize. Sürgün duygular vuslata erdi. Güzel geldik birbirimize. İçimizdeki kelebekler beraat etti. Saat kulesinin tik takları bizim için atıyor bugün. Ağaçlar bizim için yeşeriyor baharı beklemeden. Kuşlar en güzel cıvıltılarıyla ötüyor. Kaptanlar boğazda gemisini başka yüzdürüyor bugün. Martılar ekmek atanlara bizi söylüyor. Güzel geldik istanbul’a… Vagonlar boş değil bugün. Dünya sınırlarını kaldırdı. Kimse tutsak değil. Biliyor musun bir çiçek bile solmadı bugün. Yalnız hiç kimse kalmadı sokaklarda. Kimse üşümedi kuytularda. Barış ve özgürlük türküleri gerçek oldu bugün. Bütün yollar huzura çıktı. Bütün kapılar cennete açıldı bugün. Güzel geldik dünyaya. Müzikler hep bizi haykırdı. Mısralar bizim için yazıldı bugün. Rahmet bizim için yağdı. Güneş bizim için doğdu. Kimse “ben” demiyor bugün. Yer gök “biz” oldu. Aşk kazandı bugün. Güzel geldik herkese.
Fleepit Digital © 2021