Türkiye basını milletin gerçek ses ve iradesinin doğduğu yer olan cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale oluşturacaktır. Bir düşünce kalesi, düşünce yolu kalesi. Basın görevlilerinden bunu istemek, cumhuriyetin hakkıdır. -Mustafa Kemal ATATÜRK, 1924 BİLİMİN IŞIĞINDA CUMHURİYET VİZYONU Ülkemizin bulunduğu coğrafi konum, sahip olduğumuz büyük tarihi miras bizlere önemli görevler yüklüyor. Medeniyet yarışında daha güzel bir yer edinmek için yaptığımız işlerde daha donanımlı olmamız, daha çok çalışmamız ve işlerimizi başarıyla sonuçlandırabilmemiz gereken sabrı gösterebilmemiz gerekmektedir. Bu çalışkanlığı ve azmi göstereceğimizi Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemizin geldiği seviye ve aşması gereken zorlu sorunlardan sonra güzel bir geleceğe doğru hep beraber yürüyeceğimize olan inancım tamdır. » sayfa 2'de “Vatan mevzubahİsse gerİsİ teferruattır” Cumhuriyetimizle, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu aziz milletin bir ferdi olmakla ne kadar gurur duysa azdır. Kadim kelimesini azim ve istikrarla nesilden nesile yaşatan, tarihe yön veren nice destanların yazılmasına, devletlerin kurulmasına imza atan milletimizin; ilelebet yaşayacak son devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına erişmesi, bu tarihi yıla tanıklık etmemiz bizler için büyük bir şanstır. Bu özel yıla ithafen yapılan her etkinlik ve yayımlanan her eser tarihi bir kıymet taşımaktadır. » sayfa 2'de ANTALYA, CUMHURİYET’İN 100. yılına YARAŞIR YENİ KÜTÜPHANESİNE KAVUŞUYOR! Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, bu kütüphaneyi, Cumhuriyet’in 100. yılına armağan olan 21 kütüphane projesinin amiral gemisi olarak nitelendiriyor.Akdeniz Üniversitesi’nin hemen yanı başındaki Hürriyet Caddesi’ne kazandırılan Antalya Kütüphanesi, kitap kapasitesi, mimarisi, yapıldığı arazinin durumu ve manzarasıyla çok özel bir eğitim, kültür ve sanat tesisi oluyor.Çevre düzenlemesi ve 1 milyon kitabın raflarda yerini almasından sonra şehrin en büyüğü olacak Antalya Kütüphanesi’nin kapılarını, Cumhuriyet’in100. yılının kutlanacağı 29 Ekim’de kitap kurtlarına açması hedefleniyor. » sayfa 6'da 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalanmış, yeni Türk devletinin bağımsızlığı kabul edilmişti. İkinci Dönem TBMM’nin toplanmasından iki ay sonra 13 Ekim’de Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti oldu. Artık tek yapılması gereken rejimin bütün açıklığıyla anlatılması ve devlete bir başkan seçilmesiydi. 27 Ekim 1923'te Meclis'in güvenini kazanacak bir kabine listesinin oluşturulamaması da bu soruna acil bir çözüm gerektirdi. 28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümetin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde arkadaşları için bir sofra hazırlattı. İsmet Paşa, Ali Fuat Paşa, Halit Paşa, Kemalettin Sami Bey'in de yer aldığı akşam yemeğinde yaşananları Mustafa Kemal Paşa, Nutuk'ta şöyle anlattı: “Çankaya'ya gittiğim zaman orada, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Beylerle karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek sırasında 'Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz.' dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Yaptığım programın ve verdiğim talimatın uygulanışını göreceksiniz. Tam 99 yıl önce, eski bir dönem sona erdi ve Türkiye yeni bir döneme başladı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi ve bu önemli gelişme yerli ve yabancı basın tarafından coşkuyla karşılandı. Milli Mücadele döneminin önde gelen gazetelerinden Hakimiyet-i Milliye, Cumhuriyetin ilanını tam sayfa manşetlerine taşıdı. Başlıkta, yeni yönetim şekli ve ilk cumhurbaşkanının fotoğrafı yer alıyordu. "Gazi Mustafa Kemal Paşa, dün gece 9'a çeyrek kala oy birliğiyle cumhurbaşkanı seçildi." ifadesi dikkat çekti. Diğer gazeteler ise Cumhuriyetin ilanını bu manşetlerle karşıladı: Aynı dönemde Milli Mücadele'yi destekleyen İkdam ve İleri gazeteleri de yeni rejimi ilk sayfadan duyurdu. "Halk Fırkası toplantısında Gazi Paşa'nın önerisi kabul edildi, devletin şekli Cumhuriyet oldu" başlığıyla haber verdiler. The Guardian, o zamanlar Manchester Guardian adını taşıyordu, haberi 31 Ekim'de sayfalarına taşıdı ve Türkiye'nin monarşiden demokrasiye geçişine vurgu yaptı. Daha sonra bayram olarak kutlanmaya başlanan Cumhuriyetin ilanı, sonraki yıllarda da manşetleri süsledi. » Defne ŞAHİN 6 Mart 1930! Zihinlerimize kazınan tarihtir bu coğrafyada. O gün gibi uyanırız güne, coşkuyla heyecanla. Biliriz ki görmesek de görenler anlatmış, tarihe kazınmıştır yaşananlar. Duymuşuzdur ve unutmayız yediden yetmişe bu günü asla. Kapatırız gözlerimizi, hatırlarız anlatılanları. Ta uzaklardan başlar seyahatine Ata’mız, biraz dinlenmek huzur bulmaktır amacı. Büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılanır tabii ki dört bir yanda. Sevinç çığlıkları, alkışlar “Hoş geldin, sefalar getirdin; yaşa, var ol Gazi Paşa!” sesleriyle şehre girer Atatürk. Atasını yalnız bırakmayan, nereye gitse ona eşlik eden Antalyalılar… Meraklıdır herkes, şahitlik etmek ister o ana, Atatürk gelmiştir, kurtarıcıdır o, herkese nasip olmayan bir şey nasip olmuştur kendilerine. Yaşananları anlatacaklardır sonra gelecek nesillere. Gazeteler: “Gazi aramızda.” “Antalya derin bir vecd ve istiğrak içindedir.” Başlıklarıyla duyurur okurlarına. O sayfalar tarihe kaynaklık eder yıllardır. Büyük bir ilgi ve sevgi seline şahit olan Atatürk, Antalya halkına seslenir aynı duygularla. Soğuk havaya rağmen gezilebilecek tüm yerleri gezmiştir Ata’m. Hayran ve mutlu. Her karışı çok güzeldir muhakkak. Şelaleleri, falezi, iskelesi, denizi, Aspendos Tiyatrosu… Hele bir yer vardı ki, hayranlıkla seyretmişti dorukları karla kaplı Beydağları’nı. O noktada hiç unutulmayacak o sözler dökülüvermişti dudaklarından: “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir.” » Mert AYAR "Cumhuriyetimizin 100. yılını, 'Türkiye Yüzyılı ülküsü' ile başlattığımız büyük atılımın sembolü hâline getirmek istiyoruz. İki asırlık demokrasi tarihimizin en köklü yönetim sistemi reformlarından olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ni, Türkiye Yüzyılı'nın girizgâhı ve garantisi olarak addediyoruz. Bu anlayışla, Cumhurbaşkanlığı olarak, İletişim Başkanlığımızın koordinasyonunda kapsamlı bir 100. yıl kutlama programı oluşturduk. Milletimize, son iki asırda yaşadığımız kayıpları ve kazanımları hatırlatacak, ülkemize son 20 yılda nasıl çağ atlattığımızı gösterecek, Türkiye Yüzyılı iddiamızı tüm boyutlarıyla ortaya koyacak bu programı 'Yüzyılın İşini 20 Yıla Sığdırdık' şiarıyla hayata geçireceğiz. Böylece Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına yeni bir şevkle, yeni bir dinamizmle, yeni bir heyecanla başlamayı umut ediyoruz. Gençlerimize emanet edeceğimiz 2053 vizyonundan sonraki hayallerimizi ise Malazgirt Zaferi'nin bininci yılına atfettiğimiz 2071 vizyonumuzla taçlandıracağız. 2071 vizyonunu da bizden sonraki nesiller ete kemiğe büründürecek, altyapısını hazırlayacak, hedeflerini oluşturacaktır." Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhurbaşkanı 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin İlanı Yazılı ve Görsel Basında “Biz gençlerimizin ve çocuklarımızın ellerinden, hayallerinden, kalplerinden tutmaya her zaman hazırız.” Paragraf metniniz Vakit Gazetesi “ Cumhuriyet dün resmen ilan edildi. Birinci Reis-i Cumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Paşa'dır. İlk baş vekaleti de İsmet Paşa işgal edecektir.” İleri Gazetesi “Halk Fırkası ictimainde gazi paşa hazretleri her şeyden evvel bazı mühim esasatın kabulünü teklif etmiştir. Bu teklifata nazaran devletin şekli Cumhuriyettir.” Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi “Büyük Millet Meclisi Dün Gece Sekiz Buçukta Türkiye Devleti'nin Şeklini Müttefikan ''Cumhuriyet'' Olarak Tespit Ve Dokuza Çeyrek Kala Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini Müttefikan ''Reisicumhur'' İntihab Eyledi.” Cumhuriyetin 100'ü gazetesi Neriman-Erol Yılmaz Sosyal Bilimler Lisesi öğretmen ve öğrencileri tarafından hazırlanmıştır. Eğitime bakış açımızı akşama kadar anlatsak bitiremeyiz ama şunu söylemek istiyorum; biz her birinizin yüzüne baktığımız zaman biz aydınlık Türkiye’yi görüyoruz. Ve çocuklarımızın, gençlerimizin hayal kurmasını onların peşlerinden çılgınlarca koşmasını istiyoruz. Bu süreçte de gençlerimizin ve çocuklarımızın ellerinden hayallerinden kalplerinden tutmaya her zaman hazırız gençler. » Cumhuriyetimizin 100. yılı, ikinci Türkiye yüzyılı ve ideal Türk genci vizyonu hakkında Kepez Belediye Başkanı Sn. Hakan TÜTÜNCÜ ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizler için derledik. » sayfa 2'de
BİLİMİN IŞIĞINDA CUMHURİYET VİZYONU Birçok medeniyetin izlerini gördüğümüz ülkemizde bin yıl boyunca var olan ulusumuz, önemli bedeller ödemek zorunda kaldı. Sahip olduğu kazanımları kaybetmemek için birçok sınavdan geçti. Bunun en son örneğini yüzyıl önce yaşadı ve tarihte çok az görülebilecek bir yok edilme tehdidiyle mücadele etmek zorunda kaldı. 1. Dünya Savaşım sonunda Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla Anadolu’nun çeşitli yerleri işgal edilmişti. Doğu Anadolu’da Ermeni Devleti’nin temelleri atılmaya çalışılmıştı. Bunların karşısında ise, her türlü gücü elinden alınan ülkemin insanlarının işgallere boyun eğmesi istendi. Olağanüstü olan bu zamanlar, olağan üstü bir insanın ortaya çıkmasına sebep oldu, Mustafa Kemal önderliğinde oluşturulan büyük bir halk hareketi ile küllerinden yeni bir ülke doğdu. Doğum sancılarını Milli Mücadele döneminde gördüğümüz cumhuriyetimiz, devletimizin kurulmasından hemen sonra resmen ilan edildi. Yeni kurumsal değerlerle ortaya çıkan cumhuriyetimizin yaşayabilmesi için, çağdaş medeniyetler seviyesini yakalayıp, üzerine çıkma düşüncesi kaçınılmaz bir hedef olarak belirlendi. Atatürk’ün: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” sözü üzerine inşa edilen eğitim yapılanması sonrası bilgiye dayalı bir toplum meydana getirebilmek için maddi manevi bütün imkanlar seferber edildi. Günümüzün bilim ve teknoloji temellerini oluşturacak kurumlar oluşturuldu. Bu yolda çeşitli projeler tasarlanıp, uygulandı. Bilgi üreterek, bilimsel çalışmalar yapacak, kültürel zenginleşmeyi sağlayacak olan üniversiteler açılarak, donanımlı bilim insanlarının yetişmesi için olanaklar oluşturuldu. Böylece ülkemizden Ekrem Akurgal, Kamile Şevki Mutlu, Cahit Arf, Mustafa İnan, Nazım Terzioğlu, Sait Akpınar, İhsan Ketin, Jale İnan, Feza Gürsey ve Aziz Sancar gibi evrensel değerde çalışmalar yapan birçok bilim insanı çıktı. Aynı şekilde sağlık alanındaki çalışmalardan, savunma sanayisine, gündelik hayattan, gözünü uzaya çeviren bir anlayışın oluşmasına kadar ülkemizde her alanda cumhuriyetimizin ilk yıllarından sonra büyük ilerleme sağlandı. Bu kazanımlarımız önemli olsa da, zamanın hızla aktığı günümüz dünyasında aynı oranda bizim de ortama ayak uydurup, ön saflara geçebilmemiz gerekmektedir. Tübitak bu konuda önemli çalışmalar yaparak, çeşitli yarışmalar vasıtasıyla gençliğimizin gündemine bilimsel çalışmaları yerleştirmeye çalışmaktadır. Teknofest gibi festivaller ülkemizin gündemine bilimi yerleştirmek için önemli fırsatlardır. Bu tarz çalışmaların sayısının arttırılması, bilimin sağlam temeller üzerinde kurumsallaşması ülkemiz için vazgeçilmez hedeflerdendir. Ülkemizin bulunduğu coğrafi konum, sahip olduğumuz büyük tarihi miras bizlere önemli görevler yüklüyor. Medeniyet yarışında daha güzel bir yer edinmek uğruna yaptığımız işlerde daha donanımlı olmamız, daha çok çalışmamız ve işlerimizi başarıyla sonuçlandırabilmemiz için gereken sabrı gösterebilmemiz gerekmektedir. Bu çalışkanlığı ve azmi göstereceğimizi Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemizin geldiği seviye ve aşması gereken engellerden sonra güzel bir geleceğe doğru hep beraber yürüyeceğimize olan inancım tamdır. Bu vesileyle, başta Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere ebediyete irtihal etmiş tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, daha nice 100 yıllara birlik ve beraberlik içinde kavuşmayı temenni ediyorum. » Nusret ŞAHİN KEPEZ KAYMAKAMI “Vatan mevzubahİsse gerİsİ teferruattır.” Milletimizin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde büyük bir kararlılık ve inançla kazandığı Kurtuluş Mücadelesinin ardından varlığını, al bayrağımızın gölgesinde ,birlik beraberlik içinde taçlandırdığı Cumhuriyetimizin ilanının 100.yılını kutlamanın gurur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Vatan mevzubahisse gerisi teferruattır.” sözünün dile gelmiş destanı; nice canların toprakta güle açmış hâlidir Kurtuluş Mücadelesi. Kadın-erkek, genç -yaşlı savaşlardan yorgun düşen bir milletin yüreğini ortaya koyduğu bir inançtır Kurtuluş Mücadelesi . Yılmadan dönmeyi düşünmeden ilmek ilmek, nefes nefes işlenen bir zaferdir. Zaferin bizlere en büyük hediyesi ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı cumhuriyetimizle, bu aziz milletin bir ferdi olmakla ne kadar gurur duysa azdır. Kadim kelimesini azim ve istikrarla nesilden nesile yaşatan, tarihe yön veren nice destanların yazılmasına, devletlerin kurulmasına imza atan milletimizin; ilelebet yaşayacak son devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.yılına erişmesi ,bu tarihi yıla tanıklık etmemiz bizler için büyük bir şanstır. Bu özel yıla ithafen yapılan her etkinlik ve yayımlanan her eser tarihi bir kıymet taşımaktadır. Bu vesileyle ;Cumhuriyeti bize emanet eden başta büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere silah arkadaşlarını ve tüm aziz şehitlerimizi rahmet ,minnet ve saygıyla anarak kahraman gazilerimize şükranlarımızı sunuyoruz. Düzenleme ve basımını sağladığınız gazetenizin Cumhuriyet tarihimize ,eğitimin güzel bir çalışması olarak geçmesini temenni ediyor ,emek veren tüm ekibinizi kutluyorum. » Salih KAYGUSUZ ANTALYA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ “Biz gençlerimizin ve çocuklarımızın ellerinden, hayallerinden, kalplerinden tutmaya her zaman hazırız.” C umhuriyetimizin 100. yılı, ikinci Türkiye yüzyılı ve ideal Türk genci vizyonu hakkında Kepez Belediye Başkanı Sn. Hakan TÜTÜNCÜ ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizler için derledik. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? » Ben, 1979 Bremen, Almanya doğumlu, gurbetçi bir ailenin gurbette doğmuş üç çocuğundan ikincisiyim. Aslen Korkuteliliyim. İlkokulu, ortaokulu, ve liseyi Antalya'da okudum. Daha sonra 1997-2001 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğrenimimi tamamladım. 2002 yılında serbest avukat olarak mesleğe başladım ve üç yıl gibi kısa bir süre serbest avukatlık yaptım. Daha sonra yolum aktif siyasetle kesişti ve bugüne kadar da aktif siyasetin içerisinde çaışmalar sürdürüyorum. 2009'dan itibaren Antalya'nın en büyük ilçesi olan Kepez'de, bu 700.000 nüfuslu ilçede belediye başkanlığı yapıyorum. Evliyim ve 12 yaşında bir kızım var. Kepez gibi yoğun göç alan bir ilçede kent kültürü oluşturmak zor bir süreç, bunu gerçekleştirmek için neler yapıyorsunuz? Semt Evleri, Kitap Günleri, BilimFest ve Otomobil Fuarları gibi etkinlikler bunda ne kadar etkili? » Sosyoloji ilminin kurucusu İbn-i Haldun’un çok güzel bir tanımlaması var hayata dair; aslında onun ideal devletini de tanımlıyor biraz.” Adil devlet, erdemli şehir, mükellef insan.” Bir yerde medeniyet kurabilmek için bunlara sahip olmak gerekir. Biz kent yöneticisiyiz, o zaman erdemli kent oluşturmak bizim vazifemiz. İbn-i Haldun doğmadan tam 500 yıl önce büyük filozof Farabi, Halep’te bir kalede talebeleri ona “Hocam, erdemli şehir nedir?” dediklerinde şu cevabı verecektir: “İnsanını mutlu etmesini bilen şehir erdemli şehirdir.” Şimdi dolayısıyla Farabi’den İbn-i Haldun’a kadar uzanan o çizgide, o İslam’ın altın yıllarında rehber edindiğimiz büyüklerimiz şunu öğretiyorlar yerel yöneticilere; şehir, insanına mutluluğu önermeli, insanını mutlu hissettirmeli. İnsanın şehrinde mutlu hissetmesini sağlamak sosyal belediyecilik ilkesini daima ayakta tutabilmekle olur. Bireyler yaşadıkları şehirde kültür - sanat faaliyetlerine çok rahat ulaşabilmelidir. Şimdi geçtiğimiz günlerde sizin gibi genç bir kardeşimiz, ziyaretimize geldi. Bize şunu söyledi, “Başkanım bu şehre çok şey yaptınız ama esas ne yaptınız biliyor musunuz, Kepez’de yaşayan insanlara özgüven aşıladınız.” Nasıl dedim? Şöyle devam etti: “Biz çocukken Kepez’de yaşıyoruz demeye utanırdık. Çünkü arka mahalle olarak görülüyordu ama şimdi öyle bir evrim geçirdi ki Kepez’de oturmaktan gurur duyuyoruz.” Bu benim belediyecilik yaşamımda aldığım en büyük manevi övgülerden birisiydi. Bundan çok mutlu oldum. Bu benim kalbimde hep aziz bir hatıra olarak yaşayacak. İşte sevgili Defne, biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Birçok gençlik buluşması düzenlediğinizi ve gençlerle sürekli etkileşim içerisinde olduğunuzu görüyoruz. Bu buluşmalarla gençlere aşılamak istediğiniz vizyon nedir? » Çok net bir cevabı var aslında bunun, çünkü siz Cumhuriyetin yarınlarısınız. Gençler bizim en kıymetlilerimiz, çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız ve gün gelecek Cumhuriyeti de, bu güzel ülkeyi de sırtlanıp geleceğe taşıyacaklar. Bu bakımdan sizlerin en iyi imkanlarla yetişmesi, en güzel ortamlarda eğitim alması, dünyaya açık şekilde gelişmesi bizim en temel hedeflerimizden birisi. Biz istiyoruz ki modern dünya gençlerine hangi imkanlar sunuluyorsa biz onlardan daha fazlasını size sunalım; bizim gayemiz bu. Tabii sizleri geleceğe en iyi şekilde hazırlamanın birinci yolu da sizlere iyi bir eğitim verebilmek. Eğitim öğretim kurumlarını en güzel hale getirmek, sizlere modern bir perspektif çizebilmek, bunlar çok kıymetli. Tüm bunlara ulaşabilmek için de gençleri önemsememiz gerekiyor. Her zaman söylüyorum bizim birinci önceliğimiz, bu ülkenin gençliğidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk öyle demiyor mu? “Gençler! Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve geleceğe taşıyacak olan sizlersiniz.” İşte biz size bu bakış açısıyla bakıyoruz ve bakmaya devam edeceğiz. İmkanlarımız ölçüsünde verebileceğimizin fazlasını size vermeye ve sizleri geleceğe gürbüz birer fidan gibi yetiştirmeye gayret ediyoruz, sizler bizim için çok önemlisiniz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye’nin gelişme düzeyi ve dünya güç dengesindeki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? » Cumhuriyet çok sancılı bir kurtuluş mücadelesinden sonra kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu aslında milletimizin istiklal mücadelesini zafere taşıdığı bir döneme rastlıyor. Ve bugün Cumhuriyetimiz yüz yaşında. Görüyoruz ki Cumhuriyeti kuranlar, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; Cumhuriyetimize yüz yıl hedefleri biçmişti, Cumhuriyetin ve Türk devletinin ilelebet payidar olacağını bizlere ifade etmişti. Dolayısıyla biz bu toprakların üzerinde gelip geçici değil kalıcı olmaya geldik, bin yıl önce atalarımız bu topraklara kalıcı olmaya geldiler ve buradan bin yıl boyunca bütün dünyaya nizam verdiler. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletine baktığımız zaman gördüğümüz manzara şu, aslında o bin yıllık tarihimizden aldığımız ilhamla biz de dünyaya yön veriyoruz, biz de dünyada önemli bir güç dengesiyiz artık. Ben bunu görüyorum ve bundan dolayı da büyük bir memnuniyet duyuyorum. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini ikinci yüzyıl hedefleriyle buluşturmak. Bu yüzden yeni bir yüzyılın başlangıcında Cumhuriyetimiz yüz yaşında! Olgun bir Cumhuriyetimiz, olgun bir demokrasimiz var ama buna mukabil de gencecik bir hali var. Atalarımızın bu topraklarda bin yıl boyunca bize öğrettiği temel şey şu oldu; küresel barış ve evrensel adalet. Devletlerimizi bu iki kavram üzerine yükselttiler. Cumhuriyetimiz ve biz bu günlere böyle geldik. Biz evrensel adalet normlarıyla hareket ederek küresel barış idealine dünyayı taşımak için bu topraklarda çalışmaya, gayret etmeye devam edeceğiz gençler. Sizce Cumhuriyetin 100. yılında eğitimin yeri ve değeri nedir? Kepez Belediyesi olarak eğitime dair neler yapıyorsunuz? » Eğitim hep bizim birinci önceliğimiz oldu. Az evvel de ifade ettim, gençler ülkemizin geleceği. Bu bakımdan eğitim toplum olarak da birinci önceliğimiz olmalı. Belediye olarak doğrudan hukuki sorumluluğumuz yok eğitimle ilgili. Ama bu 15 yıl boyunca görev yıllarımızın her birinde, üzerinde düşündüğümüz en temel meselemiz “Acaba Kepez’e daha nitelikli, daha kaliteli, daha fazla sayıda eğitim kurumu nasıl açabiliriz?” soruları oldu. Hep bunun arayışı içerisinde olduk. Geldiğimiz noktada 150’den fazla yeni okul yaptık. Şu an Kepez’de devam eden 37 okul şantiyesi var, yani aynı anda eş zamanlı olarak 37 yeni okul yükseliyor. Bunların yanında, göreve geldiğimizde nitelikli okulların sayısı azdı; Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi yoktu. Yani biz istikbal vaat eden gençler yetişsin istiyorduk bu okullarımızda, bunları başardığımızı görüyorum. Sizlere bakınca bu zaten apaçık ortada. Bütün bunların yanında özellikle dünyanın bilim ve teknolojide geldiği mesafeyi yakalayabilecek, hatta önüne geçebilecek çok önemli yenilikçi adımlar atmamız gerektiğini de düşünüyorum. Somut bir örnek vermek istiyorum size. Antalya Bilim Merkezi bu anlamda çok önemli bir adım olmuştur. Türkiye'de 15 tane bilim merkezi var ve bunların en niteliklisi, en yoğun faaliyette bulunanı Antalya’da ve bunu biz kurduk. TÜBİTAK işbirliğiyle kurduğumuz bu bilim merkezimiz her yıl 500.000'den fazla öğrencimize muhteşem bir çalışma ortamı sunuyor. Sadece Antalya’dan değil Türkiye’nin değişik yerlerinden de bilim merkezimize gelen ve bilimle arasındaki ilişkiyi güçlendirmeye gayret eden ve bütün bunlarla birlikte bilimsel bilgiyi hayatında nasıl kullanabileceğini öğrenen gençler yetiştiriyoruz. Önümüzdeki hafta gerçekleşecek olan BilimFest de Cumhuriyetin 100. yılında Antalya'ya müthiş bir armağan olacak. Eğitime bakış açımızı akşama kadar anlatsak bitiremeyiz ama şunu söylemek istiyorum; biz her birinizin yüzüne baktığımız zaman aydınlık Türkiye’yi görüyoruz.Ve çocuklarımızın, gençlerimizin hayal kurmasını onların peşlerinden çılgınlarca koşmasını istiyoruz. Bu süreçte de gençlerimizin ve çocuklarımızın ellerinden, hayallerinden, kalplerinden tutmaya her zaman hazırız gençler. Değinmek istediğimiz bir diğer konu ise toplumda kadın. Cumhuriyetimizin öncülerinden olan kadınların hakları ve mesleki alanda görünürlükleri için yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? » Kadın toplumun temel taşı, her şeyden evvel o anne olduğu için çok kıymetli. Cenab-ı Allah’ın kutsal bir varlığı, dolayısıyla hürmeti hak eden bir varlık kadın. Onun geleceğe sağlam adımlarla yürümesi, toplum içerisinde yer edinebilmesi, varlığını güçlendirebilmesi bizim en temel önceliklerimizdendir. Devlet olarak da böyle belediye olarak da böyle. Kadınlara yönelik kendilerini mutlu hissedebilecekleri pek çok sosyal belediyecilik projesi yaptık. Onların aile ekonomisine katkı sağlayabilecekleri birçok projeyi başlattık ve devam ettiriyoruz. Bütün bunlarla birlikte kadına yönelik yaptığımız çalışmalar artarak devam edecek. Kadın mutlu olursa toplum da mutlu olur, bu inançtayız. Cumhuriyetin temel hedefi de bu, yerel yönetim olarak bizim hedefimiz de bu. Antalya’nın en büyük, Türkiye’nin sayılı kütüphanelerinden birinin temelini attınız. Kütüphanelere bu denli önem vermenizin sebebi ve bu kadar fazla kütüphane açmanızın temel motivasyonu nedir? » Temel motivasyonum dinimizin ilk emri. Bizler, öyle bir dine mensubuz ki, ilk emri “oku”. Ve İslamiyet yeryüzüne geldikten sonra, dünyada o zamana kadar elde edilmiş bütün bilgileri toplayan kütüphaneler, bilgi merkezleri kurmuş ve İslam Altın Çağı’nı insanlığa armağan etmiş bir inancın temsilcileriyiz. Hatta İslam’ın o altın çağı, Avrupa karanlık bir yüzyıl yaşarken Rönesansına sonra da reformuna vesile olmuş. Aslında bugün dünyada sanayi devrimi varsa, eğer bugün dünya uzay çağını yaşıyorsa, dünya bugün tıpta, mühendislikte bu seviyeye gelmişse bunun altında işte ilk emri “oku” diyen dini çok iyi anlamış Müslümanlar vardır. Dolayısıyla bizim anlayışımıza göre ilim beşikten mezara talep edilmesi gereken bir şeydir. Bizim anlayışımıza göre hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Bu kütüphaneleri kurmamızda motivasyonumuzu sağlayan temel güç bu. Şimdi Antalya Kütüphanesi, Cumhuriyetin 100. yılına bir armağan. Antalya Kütüphanesi’nin 9000 metrekare kapalı alanı var ve aynı anda 2500 kişinin çalışabileceği bir ortama sahip. Bir milyon kitap kapasitesi var. Büyük bir arşive sahip. Sevindirici olan taraf da şu ki, kurumsal bir zemine oturttuk biz kütüphanelerimizi. 50 yıl sonra da göreceksiniz ki bu kütüphaneler yaşıyor olacak. 100 yıl sonra da o zamanki gençler gelip buralarda çalışıyor olacaklar. Bugün Avrupa’ya gittiğiniz zaman eski kütüphaneler hala gözdededir, rövanştadır. Hatta Türkiye'de ve dünyada çok daha eski kütüphanelerin değişik açılardan hala cazibesini korunduğunu görüyoruz. Antik dünyanın kütüphanelerinin de bugün arkeolojik bir değeri olduğunu ve kıymetli birer eser olarak var olduklarını, ziyaret edildiklerini oralarda yapılan çalışmalardan hala ilham alındığını ifade etmeliyiz. Dolayısıyla yaptığımız iş gerçekten ölmez bir iş. Dünya oldukça var olacak projeler kütüphanelerimiz. Bunları şehre kazandırmış olmaktan dolayı gurur duyuyoruz. Her biri şehri aydınlatan çok büyük projektör olacak. Bilginin ışığı ve hikmetin ışığıyla çalışmak bizim için çok kıymetli. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında gençlerimizin taşıması gerektiğini düşündüğünüz vizyon nedir? Son olarak 100. yıl gençlerine vermek istediğiniz bir mesaj var mı? »Cumhuriyetimiz yüz yıl önce kurulurken çok büyük hedefler çerçevesi içerisinde kuruldu. Geçtiğimiz yüzyıl içerisinde bu hedeflerin yakalandığına inanıyorum. Bakmayın siz; ülkeyi beğenmeyenlerin, ülkeye kem sözler edenlerin olduğuna. Burası bizim için bir cennet. Biz, muasır medeniyetler seviyesinin bir yüzyılda üzerine çıktığımızı, gençlere baktıkça anlıyoruz. Geçtiğimiz günlerde gençler, dünyada sonsuza kadar oyunun kurallarını değiştirdiler. Dünyada ilk kez, insansız bir savaş uçağı uçuruldu. Kim yaptı bunu? Türkiye Cumhuriyeti’nin gençleri yaptı. Hani o Tekno-Fest gençliği var ya, onlar yaptılar. Amerikan ve Avrupa basınları nasıl manşetlerine taşıdılar bu hadiseyi: “Türkler sonsuza dek oyunun kurallarını değiştiriyor, haberiniz var mı?” Sporcular görüyorum, sosyal bilimlerde çok önemli noktaları zorlamış gençleri görüyorum, kültür-sanatta çok önemli başarılara imza atmış gençler görüyorum. Bütün bu gençlere baktığım zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılı hedeflerine ulaşma noktasında önemli başarılarla dolu diye düşünüyorum. İkinci yüzyılımız Allah’ın izniyle çok daha başarılı olacak, çünkü sizler varsınız, sizlere çok güveniyoruz. Sizleri çok seviyoruz. Bu anlattıklarım gençlere son mesajım olsun. » Sude Naz KORKMAZ & Defne ŞAHİN
‘İLK YERLİ ARABA ‘DEVRİM’ MAVİ VATANIN FEDAİLERİ Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk otomobil “Devrim” arabası 1961 yılında, Eskişehir Demiryolu Fabrikası'nda, 129 günde üretildi. Türkiye'nin ilk yerli otomobili "Devrim" için çalışmalar 1961 yılında başladı. TCDD Genel Müdür Yardımcısı Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu, ordunun binek İhtiyacını karşılayacak otomobil tipinin geliştirilmesi görevinin 29 Ekim 1961’e kadar TCDD’ye verildiğini bildirdi. TÜLOMSAŞ'ta yapılan ilk toplantıda, Devrim'i geliştirecek ekiptekilerden bazıları, böyle bir projede seve seve görev almaya hazır olduklarını fakat bu kadar kısa bir sürede sonuç alınabileceğini sanmadıklarını söyleseler de çalışmalar hızla başladı. Yapılan çalışmalar sonucu, ekim ayı ortalarında “Devrim” otomobilleri ilki test sürüşüne hazır hale getirildi. O dönem "Siyah", "Beyaz", "Mavi Boncuk" ve "Gecekondu" isimleri verilerek 4 adet üretilen Devrim'den sadece biri çalışır durumda günümüze ulaştı. Halen TÜLOMSAŞ'ın bahçesinde müzeye dönüştürülen camlı mekanda muhafaza edilen Devrim, ziyaretçilerden yoğun ilgi görmeye devam ediyor. » Zeynep Seda GEZGİNCİ TTK (Türk Tarih Kurumu) Geleneksel Antalya Mutfağı Anadolu platosunun güneyinde, Toros Dağları ile Akdeniz kıyı şeridi arasında bulunan Antalya, Yörük ile Akdeniz kültürlerinin eş zamanlı yaşadığı bir bölgededir. Bu yüzden Toroslar’ın kekik kokusuyla Akdeniz’in deniz kokusunu birleştirir. Yörük yemek alışkanlığı, Akdeniz yemek kültürü ile birleşir ve lezzete özel bir ruh verir. Mutfakların, köklü bir kültürün, coğrafyanın hazinelerinden oluştuğu düşünüldüğünde, Antalya yemekleri, sebze ve deniz ürünleriyle sağlık içerir. Bir de C vitamini deposu narenciye çeşitlerinden yapılan reçelleri, dünyaca ünlenmektedir. Antalya mutfağına Yörüklerin en önemli katkısı ise yoğurttur. Arap kültüründen de esinlenen Antalya, buradan gelen susam ve sarımsağı lezzetlerine katmıştır. Bir de Torosların kekiğini eklemek gerekli. Toroslarda yetişen Toros kekiği hem çay olarak tüketilir hem de kekik suyu, ant- kolesterol olarak kullanılır. Kente 1924’te mübadele ile gelen Girit göçmenlerinin bildiği yemekler de Antalya mutfağına baskın olarak yansımıştır. Doğadan çok iyi yararlanan, ağırlıkla bitkisel beslenmeye dayanan bu mutfağa daha sonra “Akdeniz tipi beslenme tarzı” adı verilmiş ve modern tıbbın önerdiği sağlıklı beslenmenin formülü olmuştur. Tariflerine kolaylıkla ulaşabileceğiniz lezzetler, Antalya'nın doğal güzellikleri ve zengin kültürüyle biçimlenen lezzet yelpazesinin yalnızca küçük bir bölümünü oluşturuyor. Bu lezzetlerden birkaçı: Piyaz, kabak tatlısı, hibeş, holuşka, hömbe, tarhana, turunç reçeli... » Antalya Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün talimatı ile 1931 yılında Türklerin dünya tarihindeki önemini ve medeniyete katkılarını tüm dünyaya duyurmak amacıyla kurulan Türk Tarih Kurumu, Cumhurbaşkanının himayesinde Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna bağlı olarak ülkemizin gelişmesinde ve çağdaş medeniyetler seviyesine yükselmesinde üstlendiği görevi sürdürmektedir. Türk Tarih Kurumunun amacı, ulusal ve uluslararası alanda hizmet veren benzer kurumlarla iş birliği hâlinde projeler yapmak, konferanslar gerçekleştirerek toplumda gerçek bir tarih algısı oluşturmaya çalışmak, Türkiye’de tarihi topluma sevdirmek, ortaya çıkan yanlış, çarpıtılmış ve kurgu bilgileri düzeltmek, yalan ve tutarsız iddiaları çürütmek için sosyal ve görsel medya gibi araçları da kullanarak Türk Tarih Kurumunun daha aktif bir rol üstlenmesini sağlamaktır. » Miray ARSLANOĞLU Feda ve veda! Çokça gurur biraz da hüzün yüklüdür bizim hikâyelerimiz. Bir tercih, bir vazgeçiştir kendimizden, ailemizden, dünyadan. Tam bitti derken, hayata, umuda dair her şey susmuşken, Zümrüdüanka misali küllerinden yeniden doğuştur bizim hikâyemiz. Benim, senin, onun toplamından fazla çağlar üstü olan bizin hikâyesidir her yüzyılda tekrar eden. Bizler! Kadim Türk milleti olarak fedalara ve vedalara alışığızdır, aşığızdır. Vatan denince her şeyi teferruat sayan, vatandan gayri her şeyi bir kalemde geri bırakıp feda etmeyi de dünya denen hana veda etmeyi de iyi biliriz. Bazen adımız Kürşad ve çerileri olur, bazense Nene Hatun, Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa, Kara Fatma, Sütçü İmam, Koca Seyit… Yüzler değişir, yüzyıllar değişir biz değişmeyiz. Mustafa Kemal ATATÜRK olur yeni bir devlet, dünya kurarız. Bizim seksen bir ilimizde bin bir kahramanlık öykülerimiz vardır. Bazen bir cadde, okul ismi olur; bazen de bir heykelde vücut bulup kent tarihimize, kendi mazimize dair belirteç olur. Antalya ilimizde de bize, atiye dair, fener olan yarına dair güven uyandıran iki sembolümüzden bahsetmek istiyoruz bugün sizlere: Atatürk Parkı’nda bir efe misali falezlerde yükselerek ufku gözleyen, Kaş’ta sahilde Koca Seyit misali “Dur yolcu!” diyerek kutsal nöbetini sürdüren Mustafa Ertuğrul AKER… I. Dünya Savaşı yıllarında İtilaf devletleri yurdun dört bir yanında kan kusturuyordu ülkeme. Ağır savaş makinesinin çarkları insafsızca saldırıyordu dört bir yana. Antalya’da bu hasmane tutumdan nasibini almış Meis adasını mesken tutan İngiliz ve Fransız donanması aman vermez olmuştu bölge halkına. Bu sürece dur diyecek, medeniyet denen tek dişi kalmış canavara unutulmaz bir ders verecek bir yiğit lazımdı. Basit bir dağ topu ile dünyaya neler yapılabileceğini gösterecek efemizdi bizim Mustafa Ertuğrul. İlk önce 7.7 inçlik dağ bataryası ile Ben-my Chree adlı İngiliz uçak gemisini 36 dakikada Mavi Vatan’ın derinliklerine gömdü. Bu, dünyada batırılan ilk uçak gemisiydi. Yetmedi; Paris II adlı Fransız gemisi çıktı sahaya, Antalya sahillerini ateş çemberine çevirdi. Kemer açıklarında 18 dakikada o da suyun derinliklerinde buldu kendini. İtilaf devletleri akıllanmış kıyıdan uzakta dağ toplarının menzili dışında cirit atmaya başlamıştı. Onlar Akdeniz’de pervasızca hareket ederken, biz ilmek ilmek ördük portakal sandukasına gizli tuzağımızı. Alexandra adlı savaş gemisi takıldı Türk’ün oltasına, bir sandık portakal ile gönderdik onları da kâbuslara. Mustafa Ertuğrul ve ekibinin bu müthiş zaferi ,düşmanlarının bile takdirini kazandı. Dünya savaş tarihine geçerek bizlere her şart ve durumda bir yolun olacağını gösterdi. Fedanın olmadığı yerde vatanın da olmayacağını gösterdi. Antalya kent tarihinde çok da bilinmeyen bir feda ve veda hikâyesi de Mustafa HAŞMET’tir. Korkuteli’nde hayatını sürdüren Mustafa, 1920’li yıllarda İtalyan işgali altında geçirilen günlerdeki Sütçü İmam’dır bölgede âdeta. Mustafa; aymazlığı eline alan İtalyan kuvvetlerinin şehirde ali kıran baş kesenlik yaptığı, Antalya halkına zalimane tavırlarının ayyuka çıktığı dönemde Kaleiçi’nde arkadaşını ziyaretten dönerken iki İtalyan zabitinin küstahlığına denk gelir. Olay çıkmaması adına gösterdiği sakin tavrı yanlış anlaşılıp da acziyet gibi düşünülünce, Mustafa’ya fiziki müdahalede bulunur iki kafadar. Mustafa bir anda ruhi mücerret gibi yükselip kaldırınca başını iki küstahı da ayakları altına serer. Can korkusuyla bakan iki çift göze “Türk acizlerle uğraşmaz, alın silahlarınızı!” diyerek sırtını dönüp bölgeden uzaklaşır. Heyhat! Keşke düşman da mert olsaydı. Keşke kendisine gösterilen merhametin binde birini gösterecek kadar bir karakter olsaydı. Ne yazık ki az önce yalvarır gözle bakan İtalyan askeri, sırtı dönük ilerleyen Mustafa’ya ateş eder. Ardı ardına patlayan silahlar sonrası bir ses yankılanır.Toprağa düşen, Antalya’nın ilk şehidinin sitemidir: “Öldüğüme yanmıyorum, sitemim kaderimedir, keşke mert bir düşman kurşunu ile ölseydim.” Feda ve vedalar üzerine kuruludur Kadim Türk’ün hayatı. Mustafa Haşmet’in şehadeti ile yankılanan Antalya sokakları 10.000 kişinin meydana çıkmasıyla istiklal arzusu ile kaplanmış, İtalyanların bir daha hadsizlik yapmasına da mani olmuştur. Her dara düşüldüğünde bir Hızır, bir Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmasını bilmiş, yine yeniden bu cennet vatanı bizim kılmıştır. Kent tarihimizin ve kendi tarihimizin iki sembol ismini bilmek; Mustafa Ertuğrul AKER’i Atatürk Parkı’nda, Kemer’de, Kaş’ta park ve heykellerde görmek; Şehidimiz Mustafa HAŞMET’i Kepez’de Ünsal Mahallesi’ndeki bir caddede görmek, geleceğin sahibi gençlerimizin rol model seçimlerine etki edecektir. Bu toprakları vatan kılan aziz şehitlerimize saygılarımızla… » Atilla ACAR ANTALYA’NIN ENDÜSTRİYEL MİRASI "DOKUMAPARK DOĞA-KÜLTÜR-SANAT PARKI" PROJESİ AVRUPA KONSEYİ PEYZAJ ÖDÜLÜ'NDE MANSİYON ÖDÜLÜNÜ ALDI YALNIZCA TÜRKLERE DEĞİL RUMLARA DA BARIŞ GETİRMEK İÇİN ADAYA GİDİYORUZ Kıbrıs Barış Harekatı dünyaya o dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit tarafından , “Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Adaya gidiyoruz..” şeklinde duyuruldu. 25 Temmuz 1974’te toplanan 1. Cenevre Konferansı 30 Temmuz 1974’te imzalanan Cenevre Deklarasyonu ile son buldu. Deklarasyonda Yunan ve Rumlar tarafından işgal edilen bölgelerin acilen boşaltılması ile barışın ve anayasal düzenin yeniden oluşturulması adına dışişleri bakanlarının görüşmelere devam etmesine karar verildi. Bu deklarasyonla birlikte Ada’da, Kıbrıs Türk Toplumu ve Kıbrıs Rum Toplumu olmak üzere iki özerk yönetim oluştu. HAREKATIN 2. AŞAMASI: “AYŞE TATİLE ÇIKSIN” 8 Ağustos’ta başlayan Konferansın 2. aşamasında Yunanistan, yeni anayasal düzenin kurulması hususunda gelen tüm teklifleri reddetti ve sadece Türk birliklerinin geri çekildiği senaryoda uzlaşacaklarını bildirdi. 2. Konferanstan sonuç alamayan Türkiye, 14 Ağustos'ta “Ayşe tatile çıksın.” parolasıyla Kıbrıs Barış Harekatı’nın ikinci aşamasını başlattı ve 16 Ağustos’ta ateşkes ilan edildi. Harekatın başarıyla sonuçlanması ile Kıbrıs Türklerinin güvenliği sağlama alınmış oldu. Harekat sırasında geri çekilen Rumlar, geri çekilirken Türk köylerini ateşe verdi ve bu köylerdeki sivilleri katletti. Bu katliamlar harekatın bitiminde ortaya çıktı. » Deniz ÖZİPEK Cumhuriyetin ilanıyla birlikte ekonomik, toplumsal, hukuki pek çok alanda büyük atılım ve yenilik hareketleri yaşanmıştır. Bu alanlardan biri de şüphesiz sanayimizin gelişimi ve bu vesile ile ekonomik özgürlüğümüzün sağlanmasıdır. Eşsiz doğası, ılıman iklimiyle tarım ve turizmin kalbi diyebileceğimiz Antalya’mızda Cumhuriyetle birlikte sanayi alanında da büyük bir atılım olmuştur. 1950’li yıllarda Sümerbank ve Antbirlik tesisleriyle başlayan sanayileşme girişimleri halen devam etmekte olup günümüzde 880 sanayi siciline sahip firmayla ülke ekonomisindeki yerini almıştır. 1961 yılında kurulan, Antalya’nın ilk sanayi kuruluşlarından olan Antalya İplik ve Dokuma Fabrikası, beyaz altın olarak pamuğu işlemiştir. Kısa sürede Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve NATO güçlerinin üniformalarının üretildiği fabrika unvanına sahip olmuştur. Yıllarca pek çok vatandaşına istihdam sağlayan, ülke ekonomisine büyük katkıları bulunan bu fabrika, 13 Ocak 2003 tarihinde faaliyetini durdurmuştur. Günümüzde Dokumapark adıyla, restorasyon çalışmalarından sonra sosyal ve kültürel anlamda şehrin cazibe noktası haline gelen destinasyon alanına dönüşmüştür. Mevcut binaların muhafaza edilerek yeni fonksiyonlar yüklenmesi ile şehrin önemli bir endüstriyel mirasının kültürel bir mirasa dönüşmesinde büyük bir başarı hikayesi vardır. Atıl durumda olan birçok alan içinde Anadolu Oyuncak Müzesi, Bir Zamanlar Antalya Müzesi, Modern Sanatlar Galerisi, Antalya Araba Müzesi, 8D Simülasyon Merkezi, Botanik Park, Antalya Bilim Merkezi, Anadolu Şehitler Müzesi, Tren Kütüphane, Yeşilçam Cafe, Cemil Meriç Kütüphanesi ve yeşil alanlarla birlikte birbirinden güzel alanlar halkımızın kazanımına sunulmuş olması büyük bir şanstır. Kepez Belediyesinin vizyon projelerinden biri olarak "DOKUMAPARK Doğa-Kültür&Sanat Parkı" projesi, Avrupa Konseyi Peyzaj Ödülü'nde özel mansiyon ödülünü alarak başarısını taçlandırmıştır. Şehrimizin diğer sanayi sembollerinden birisi de Pil Fabrikasıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu pil ve bataryaların üretilmesi için kurulan Antalya Pil Fabrikası 1975’te kurulmuş, 23 yıl hizmet verdikten sonra 1998’de kapatılmıştır. Cumhuriyet Dönemi endüstri yapılarının en iyi örneklerinden biri olan bu alanın Dokumapark ile birleştirilerek Millet Bahçesi’ne dönüştürülmesi planlanmaktadır. Pil Fabrikası; mevcut yapıların, yeşil alanların korunarak, zenginleştirici yeşil doku çalışmalarıyla, spor kompleksleri ve kütüphaneleriyle, Dokumapark’tan sonra şehrin yeni akciğeri olacaktır. Ve bunun yanında "Zamanın durduğu fabrika" olarak nitelenen alan “Millet Bahçesi”; atıl fabrika ise Türk sanayi tarihinin anlatıldığı ‘Türkiye Sanayi Tarihi Müzesi’ olarak hizmet verecektir. Kent ekonomisine yıllarca hizmet veren bu iki güzide tesisimize artık kent tarihine hizmet veren bir misyon yüklenmiştir. Önceden imalat üzerine kurulu bacalarından iş, aş tüten Dokumapark ve Pil Fabrikası bacasız sanayi şeklini alarak kültür, sanat, tarih, bilim üreten bir forma dönüşerek sadece şehrimiz insanı için değil, ulusumuz için de büyük bir kazanıma dönüşmüştür. Bu bakımdan Dokumapark alanı şehrin ortasında, şehrin koşuşturmasından uzak, huzurun adası Antalya halkının ve misafirlerinin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri olmuştur. Kepez Dokumapark ve Pil Fabrikası ziyaretçilerini bir zaman tünelinde hayata dokunmaya davet ediyor. » Fatma ALKAYA
BİLİME ADANAN “DEVRİM” ARABALARINDAN “DEVRİN” ARABALARINA YAŞAMLAR CAHİT ARF AZİZ SANCAR "20. yüzyılın başlarında, Türkiye'nin otomotiv sektöründeki yerini alabilmesi için atılan ciddi adımlardan biri olan Devrim Otomobili projesi, 6 Haziran 1961'de dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in vizyonuyla hayat buldu. Bazı çevrelerin "Biz bu işi başaramayız" şeklindeki olumsuz yaklaşımları na karşı, azimli Türk mühendislerin çalışmalarıyla %80 yerli üre timle gerçekleştirilen bu otomobil, sadece 129 gün gibi kısa bir süre içerisinde tamamlandı. Fakat, Devrim Otomobili'nin tüm testlerinin yapılmadan, 29 Ekim'de bir etkinlik kapsamında Meclisten Anıtkabir'e taşınırken 100 metre sonra durması, projenin sonunu getirdi. Cemal Gürsel, bu olay üzerine projeyi iptal etme kararı aldı. Aradan geçen yılların ardından, Türkiye'nin otomotiv sektöründeki yeri ve potansiyeli tekrar gündeme geldi. 2017 yılında başlatılan yeni bir otomobil projesi, beş yıllık bir süreç sonunda meyvesini verdi. Bu yılın nisan ayında teslimatlara başlanan ve TOGG markası altında üretilen otomobil, büyük bir ilgiyle karşılandı. Yıl sonuna kadar 28.000 aracın sahipleriyle buluşması beklenen bu projenin momentumu, sektördeki yerli üretimin önemini bir kez daha vurguluyor. Ayrıca, TOGG'un 2024'te piyasaya sürmeyi planladığı yeni modelinin tanıtımının da büyük bir merakla bekleniyor." » Eylül PEHLİVAN TOGG OKTAY SİNANOĞLU FUAT SEZGİN GAZİ YAŞARGİL TCG UÇAK GEMİSİ ANTALYA’DA TCG Anadolu (L-400), Türk Deniz Kuvvetleri envanterinde bulunan LHD sınıfı (havuzlu helikopter gemisi) savaş gemisi. TCG Anadolu, Türk Donanma tarihinin ilk LHD gemisidir. Adını Anadolu yarımadasından almıştır. Gemi, Türk Deniz Kuvvetleri için bir komuta merkezi ve amiral gemisi görevi görürken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin uzun süreli muharebe, uzun mesafeli askerî muharebe veya insani yardım operasyonları gibi çeşitli ihtiyaç ve gereksinimleri karşılayabilecek donanıma sahiptir. TÜRKİYE GELECEĞE KANAT AÇIYOR Türkiye’nin yerli ve milli İHA ve SİHA teknolojileri gökyüzünde adeta parlıyor. İnsansız hava araçları konusunda dünyada yankı uyandıran yerli İHA’larımız, savunma sanayinde büyük bir etki yaratıyor. Gücümüze güç katacak bu değerli araçlar, çeşitli drone saldırıları ve küçük boyutlarıyla beraber düşmana korku salıyor. Türkiye İHA ve SİHA’lardaki geleceği görebilen ve harekete geçen ender ülkelerden. Milli araçlarımız bizim için büyük bir koz olduğu gibi, diğer ülkelerden araçlarımıza gelen talepler de artmaya devam etmekte. %100 İSABET BAYRAKTAR TB2 %100 İSABET BAYRAKTAR TB2 GÜVENCEMİZ AKINCI EFSANEVİ ANKA NEDEN SİHA GEMİSİ OLARAK ADLANDIRILIYOR? CANAN DAĞDEVİREN TCG Anadolu, üzerine iniş-kalkış yapan SİHA'larla dünyanın "ilk SİHA gemisi" oldu. Bunun için de Baykar tarafından kanatları katlanabilen Bayraktar TB3 SİHA geliştirildi. Ayrıca gemiye yine Baykar tarafından geliştirilen muharip insansız uçak sistemi Bayraktar KIZILELMA ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayii tarafından geliştirilen HÜRJET Hafif Taarruz Uçağı'nın iniş-kalkış yapabilmesine imkan veren sistemler geliştirildi. Dosta güven, düşmana korku salan TCG Anadolu; varlığı ile Mavi Vatanımızı daha güvenli hale getirdi diyebiliriz. » Ceylin BALABAN İSTİKBAL göklerdedİr! Türkiye’de havacılık sanayisini kurmak ve bu alanda yapılan çalışmaları desteklemek için Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 16 Şubat 1925'te kurulan Türk Hava Kurumu; ilmi, turistik, teknik ve sportif alanlardaki çalışmalarıyla dikkat çekmektedir. Türk Tayyare Cemiyeti’nin kuruluşundan 8 ay sonra Kayseri Uçak Fabrikası yine Ata'nın talimatıyla hayata geçirilmiş, fabrikada 1939 yılına kadar 200 uçak üretilmiştir. Fabrika bugün uçak imalatını durdurmuş olsa da bakım-onarım faaliyetlerine devam etmektedir. Şimdi gençlerin gönüllerinde bir "HÜRKUŞ" uçmaktadır. Türk milletine birçok alanda fayda sağlamak amacı ile açılan Türk Hava Kurumu, Türk gençlerinin havacılık sanayisine göstermiş olduğu yoğun ilgi sayesinde alandaki başarılarına her gün yenisini eklemektedir. Bandırma'da Bir Uzay Hayali: "Bandırma Füze Kulübü" 1957'de Sovyetlerin "Sputnik" füzesini göklere göndermesi tüm dünyada füze meraklılarının fitilini ateşlemiştir. Bandırma'da bir grup genç, ilgileri doğrultusunda füze denemeleri üzerinde çalışabilecekleri bir kulüp kurmuştur. Kirkor Divarcı önderliğinde bir araya gelen kulüp üyeleri, önce 40 metreye sonra ise 350 metreye kadar ulaşan menzilli füzelerle çalışmalarını sürdürmüştür. Yaşanan bazı talihsiz olaylar neticesinde grup faaliyetlerine son vermiştir. DAHA İYİSİ İÇİN TUSAŞ 1973 yılında Türkiye’nin savunma sanayinde dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla Türk Uçak Sanayi Anonim Şirketi (TUSAŞ) kurulmuştur. Dünya standartlarında hizmet veren şirket, göklerin hakimi olmamız yolunda büyük paya sahiptir. F-16, Eurocopter, S-70, C-130 gibi hava araçlarının üretimiyle adından söz ettiren TUSAŞ, yakın tarihte göklere armağan ettiği “Milli Muharip Uçak” ile başarılarına bir yenisini eklemiştir. BAYKAR'IN SİHA'LARIYLA GELEN PRESTİJ 1986 yılında yedek parça üretimi amacıyla kurulan BAYKAR Şirketinin hizmete sunduğu ürünler, savunma ve havacılık alanında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bugün birçok alanda Ar-Ge çalışmalarını sürdürmekte olan seçkin şirketin “Bayraktar Mini İHA”sı, yurt dışına ihraç edilmiş ilk milli hava aracıdır. Milli atılımları ile adından sıkça söz ettiren Türk sanayi ve teknolojisi, AR-GE çalışmalarıyla havacılık alanında başarılara imza atmaktadır. Havacılığa gönül veren gençlere baktığımızda duymuş oldukları gurur açıkça görülmektedir ki: “İstikbâl Göklerdedir!” » Bengü ŞEN Türk İHA'ları, Türkiye'nin teknolojik bağımsızlığını gösteren ve dünya sahnesinde önemli bir rol oynayan başarı hikâyeleriyle dolu. Bu teknolojiler, sadece savunma değil, aynı zamanda insana yardım, yangın söndürme, arama kurtarma gibi sivil alanlarda da kullanılarak ülkemizin gurur kaynağı olmaya devam ediyor. Yerli ve milli İHA'larımız, Türk mühendislerinin azim ve yeteneklerinin bir göstergesi olarak, geleceğe güvenle bakmamızı sağlıyor. Türkiye, bu teknolojilerle savunma sanayisinde gücünü katlarken dünya sahnesindeki etkisini arttırıyor. » Cansu Eda CANKURTARAN DÜNYANIN BİLİM SAHNESİNDE PARLAYAN BİR YILDIZ Son derece nadir çift halkalı eliptik galaksiyi 2017 yılında keşfeden astrofizikçi Burçin Mutlu Pakdil'in heykeli ilk kez Dallas NorthPark Center'da sergileniyor. Sergilenen heykeller dünyanın en önemli 10 kadın bilim insanını temsil ediyor. Türk astrofizikçi Burçin Mutlu Pakdil, ilk olarak 2017 yılında yaptığı çalışmada çift halka yapısına sahip eliptik galaksiyi tanımlamış, 2018 yılında yaptığı çalışmayla da dünyanın en başarılı genç bilim insanlarından biri olmuştu. Araştırmalarını Chicago Üniversitesi'nde sürdüren astrofizikçinin heykeli, geçtiğimiz günlerde diğer önde gelen bilim insanlarının heykelleriyle birlikte Dallas, Teksas'taki NorthPark Center'da sergilendi. » Efe Anıl ŞAHBUDAK
BU ÜLKEDE BU MANŞETLER BİR DEFA ATILDI 117 Mayıs 2000'de Galatasaray, Kopenhag'da UEFA Kupası finalinde Arsenal'i mağlup ederek Türk spor tarihinde altın bir sayfa açtı ve bir ilki başardı. Galatasaray penaltı vuruşu sonucu 4-1 kazanarak kupayı evine götürdü. Galatasaray büyük bir coşku ve sevgi ile karşılandı; sokaklar Galatasaray aşkı ile yanıp tutuşanlarla doldu. » Tuana Hilal ERSOY CEP HERKÜLÜ NAİM SÜLEYMANOĞLU Halter tarihine adını altın harflerle yazdıran Naim Süleymanoğlu, henüz 15 yaşındayken 1982'de Brezilya'da düzenlenen Gençler Dünya Şampiyonası'nda ilk dünya şampiyonluğunu elde etti ve "En genç dünya rekortmeni" ünvanını aldı. ABD'de 1983'te düzenlenen “Rekortmenlerin Turnuvası”nda dünya rekoru kıran Naim Süleymanoğlu’na burada “Cep Herkülü” lakabı takıldı. Naim Süleymanoğlu, 1984 yılında silkme kategorisinde vücut ağırlığının 3 katını kaldıran ikinci halterci olarak tarihe geçti. ‘Time dergisine kapak olan ilk Türk sporcu’ 1988 Seul Olimpiyatları'nda 9 dünya, 5 olimpiyat rekoru kıran ve “Dünyanın en iyi haltercisi” seçilen Naim Süleymanoğlu, 3 Ekim 1988'de "Everybody Wins" başlığıyla Time dergisine kapak oldu. » Elif Zeynep Denişli 12 DEV ADAM BAŞARILARI GÜN GEÇTİKÇE ARTIYOR İSTANBUL - 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nın finalinde ABD'ye 81-64 yenilen Türkiye, tarihinde ilk kez ikinci oldu. Karşılaşmanın sonunda ABD oyuncuları büyük sevinç yaşarken, iki takım oyuncuları birbirlerini kutladı. Türk taraftarlar, maç sonunda iki takımı da alkışladı. Taraftarların isteği üzerine takım kaptanı Hidayet Türkoğlu, milli oyuncuları tribüne doğru götürdü. Taraftarlar, ''Türkiye sizinle gurur duyuyor'' diye alkışladı. ‘12 Dev Adam şampiyon oldu! 23 sayı geriden geldik’ A Milli Erkek Basketbol Takımı, VTG Süper Kupa'nın finalinde Çekya'yı 89-80 yenerek şampiyon oldu. Milli takım, 2019 FIBA Dünya Şampiyonası Avrupa Elemeleri 2. Tur I Grubu'nda Karadağ ve Slovenya ile oynayacağı maçların hazırlıkları kapsamında katıldığı VTG Süper Kupa'da şampiyonluğa ulaştı. » Gülşah ATEŞ Cumhuriyetimizin 100. yılında A Millî Voleybol Takımımız tarih yazmaya devam ediyor. Önce Milletler Ligi Şampiyonu ardından Avrupa Şampiyonu olan “Filenin Sultanları” bu kez de başarılarına bir yenisini daha ekleyip Paris 2024 olimpiyatlarına gitmeye hak kazandı. Kaptan Eda Erdem “Çok iyi başladık, çok iyi devam ettik. Cumhuriyetimizin 100. yılında önce Milletler Ligi'ni kazandık, sonra Avrupa Şampiyonu olduk. İnanılmaz bir hikâye yazdık. Mutluyum, gururluyum! Bizi inanılmaz destekliyor halkımız, her yerden bize sevgi, destek geliyor. Bu inanılmaz!" sözleriyle göğsümüzü bir kez daha kabarttı. Olimpiyat elemelerinden yaklaşık bir ay önce yapılan röportajda ise Kaptan, elemelerle ilgili soru üzerine “Yorucu bir turnuva bizi bekliyor ama hedeflerimizin bilincindeyiz, takım olarak gücümüzün farkındayız, bileti almak için her şeyi yapacağız.” dedi ve olimpiyat biletini maç kaybetmeden alan “Filenin Sultanları”na olan güveni konusunda yanılmadığını bir kez daha kanıtladı. “Vargas bizler kadar Türk.” A milli takımımızdaki performansıyla dikkatleri üzerine çeken Melissa Vargas, Milletler Ligi’nin en değerli oyuncusu seçildi ve tüm dünyaya ay yıldızlı forma ile meydan okudu. 1999 yılında Küba’da doğan Vargas, Fenerbahçe Opet’e transfer oldu ve 2018 yılında Türkiye kariyeri başladı. Uzun uğraşlar sonucu 2021 yılında Türk vatandaşı oldu ve 2023 yılında ay yıldızlı formayı gururla taşımaya başladı. » Beyza GÜRSÖZ ‘ALTIN ÇOCUK’ METE GAZoZ 2013 yılından bu yana boy gösterdiği uluslararası organizasyonlarda birçok Önemli başarıya imza atan Mete Gazoz, Türkiye'nin gururu olmaya devam ediyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen Dünya Okçuluk Şampiyonası’ nda erkekler klasik yay finalinde Kanadalı Eric Peters'i 6-4 yenen Gazoz, altın madalyaya uzandı. 24 yaşındaki milli sporcu, böylece dünya şampiyonluğuna ulaşan ilk Türk okçu oldu. Şampiyonluk sonrası yaptığı açıklamada "Bugün bu gezegendeki en iyi okçu bendim. Bundan sonra da ben olacağım.” ifadelerini kullandı. ‘Olimpiyat gururumuz’ Mete Gazoz 2021 yılında yapılan Tokyo Olimpiyatları'nda tüm rakiplerini devirerek altın madalyanın sahibi oldu ve okçuluk branşında Türkiye'ye ilk olimpiyat madalyasını kazandırdı. Bayrağımızı göndere çektirerek tüm dünyaya İstiklal Marşımızı dinletti. 24 yaşındaki millî okçu, 2024 Paris Olimpiyatları’ nda Türkiye’yi son olimpiyat ve dünya şampiyonu ünvanıyla erkekler klasik yayda hem bireysel hem de takımlar. da temsil edecek. » Asya ÖZDEMİR ATA SPORUMUZDA BAŞARI DOLU BİR YIL DAHA 2022 yılını değerlendiren Türkiye Güreş Federasyonu başkanı Şeref Eroğlu, yeni hedeflere ilişkin açıklamalarda bulundu. Milli güreşçilerin bu yıl önemli başarılar elde ettiğinin altını çizen Eroğlu, "Çok başarılı bir yıldı. Yoğunluk vardı ama yorgunluk yoktu. 2022 yılı Türk güreşine, bizlere, gerçekten hayırlı, uğurlu geldi." dedi. Şeref Eroğlu, Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da düzenlenen 2022 Dünya Güreş Şampiyonası'nda milli sporcuların 4'ü altın olmak üzere 7 madalya kazandığını hatırlatarak, "65 yıl sonra Dünya Şampiyonası'nda 4 altın madalya aldık. 13 yıl sonra Grekoromen Milli Takımımız dünya şampiyonu oldu. Ağır sıkletlerimiz aynı anda dünya şampiyonluklarını kazandı." diye konuştu. Avrupa Güreş Şampiyonası'nda milli sporcuların 7'si altın toplam 17 madalya kazanarak ilkleri başardığını hatırlatan Eroğlu, "Gerçekten güzel bir yıl oldu. Çok çalıştık, çok uğraştık ama zaten bunun için buraya gelmiştik. Ben ve ekibim iddialıydık. Güreş Federasyonuna aday olduğumuz gün de 'Biz bunları yapacağız' diye iddialı yola çıkmıştık. Çok şükür Rabbime, mahcup olmadık." ifadelerini kullandı. ANTALYALI OLİMPİYAT ŞAMPİYONU MİLLİ GÜREŞÇİ İSMAİL OGAN HAYATINI KAYBETTİ Antalya’nın Olimpiyat şampiyonu eski milli güreşçi İsmail Ogan, Antalya’da 89 yaşında hayatını yitirdi. Antalya’da 9 yaşında başladığı güreşte olimpiyat şampiyonluğuna ulaşan Ogan, 1960 Roma Yaz Olimpiyat Oyunları’nda serbest stil 73 kiloda gümüş madalya, 1964 Tokyo Yaz Olimpiyat Oyunları’nda ise serbest stil 78 kiloda altın madalya kazanarak kürsüye çıkmıştı. Adımız Kürsüde Kariyerinde 5 dünya, 12 Avrupa şampiyonluğu bulunan Rıza Kayaalp, Mirzazadeh'e karşı maçın son anlarına kadar üstün bir oyun sergilemesine rağmen altına erişemedi. Sırbistan'da düzenlenen 2023 Dünya Güreş Şampiyonası'nda milli sporcu Rıza Kayaalp, grekoromen stil 130 kilo finalinde İranlı rakibi Amin Mirzazadeh'e kaybederek, gümüş madalya elde etti. » Emrullah ÇELEBİ Şahİka Ercümen'den Rekor Kıran Dalış: Altın Madalya Heyecanı! Şahika Ercümen, son dalışında 100 metre derinliğini aşarak Türkiye rekorunu yeniden kırdı ve 2023 Su Altı Dünya Şampiyonası'nda altın madalya kazandı. Bu zafer, Ercümen' in su altı sporlarındaki sayısız başarılarına bir yenisini ekledi. Kendisi aynı zamanda genç yetenekleri teşvik eden ve su altı sporlarına büyük katkılarda bulunan bir rol model olarak da tanınıyor. Türkiye'nin gururu Ercümen, uluslararası arenada ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye devam ediyor. » Beren GÖKMEN
Tanpınar’ın GÖZÜNDEN ANTALYA SEYAHATNÂMEDE KADİM TÜRK ŞEHRİ ANTALYA Roman, hikâye, şiir, eleştiri, deneme, inceleme ve araştırma gibi türlerde eserler kaleme alan, Cumhuriyet Dönemi’nin en başarılı yapıtlarını okurlarıyla buluşturan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yolunun Antalya ile kesiştiğini biliyor muydunuz? 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğan ünlü yazar, 15 yaşlarındayken babasının görevi gereği Antalya'ya gelir. Antalya Sultanisinde (Lise) öğrenimine devam eden Tanpınar, Antalya izlenimlerini daha sonra kaleme alacağı “Huzur” adlı romanında, roman kahramanı Mümtaz karakterinin dilinden şu cümlelerle ifade eder: “Bey Dağları'nın üstünde güneş, sanki kendi ölümünün ayinini ve kendi yaldızdan ve koyu lacivert gölgelerden lahdini hazırlıyormuş gibi bu dağların kıvrımlarına altın ve gümüş zırhlar geçirirdi.” Tabiata âdeta bir ressam edasıyla yaklaşan yazarın eşsiz Akdeniz manzarası karşısındaki hislerini, eserlerinde yer verdiği ifadelerde görmek mümkündür. Antalyalı Genç Kıza Mektup” adlı eserinde: “Denizin iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile bakan yerinde sabah ve akşam saatlerinde durgun denizin ışığıyla dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzara, biri de öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi.” sözleriyle Antalya’da geçirdiği günlere dair duygularını başarılı betimlemelerle ifade eden Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında...” dizelerinde anlamlandırmaya çalıştığı zaman kavramına Antalya manzaralarında yer bulmaya çalışır. Türk edebiyatının çok yönlü yazarlarından olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazın hayatına Antalya şehrinde geçirdiği güzel günlerin katkısı elbette büyüktür. Böylesi büyük bir sanatkârın gözünden Antalya tablosunun yorumlanması “Hiç Şüphesiz ki” Antalyalılar için büyük bir onurdur. Bu onuru ve milletimizin yetiştirdiği en büyük entelektüel değerlerinden biri olan Profesör Doktor Ahmet Hamdi Tanpınar’ın edebî ruhunu yaşatmak adına her yıl Kepez Belediyesi “Ulusal Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Yarışmaları” düzenlemektedir. » Emra DEMİR CUMHURİYETİN 100. YILINA YARAŞIR antalya kütüphanesİ açılıyor Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, bu kütüphaneyi, Cumhuriyetin 100. yılına adanmış olan 21 kütüphane projesinin öncüsü olarak değerlendiriyor. Antalya Kütüphanesi, Akdeniz Üniversitesi'nin hemen yanı başında, Hürriyet Caddesi'nde inşa edildi ve kitap kapasitesi, mimarisi, arazi konumu ve manzarasıyla özel bir eğitim, kültür ve sanat merkezi olarak ön plana çıkıyor. Çevre düzenlemesi tamamlandığında, Antalya Kütüphanesi 1 milyon kitaplık koleksiyonu ve 29 Ekim'de kutlanacak olan Cumhuriyetin 100. yılının açılışına ev sahipliği yapmayı hedefliyor. AYNI ZAMANDA KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ OLACAK Bu etkileyici mimari proje, yalnızca bir kütüphane olmanın ötesinde bir eğitim, kültür ve sanat merkezi olarak tasarlandı. Öğrencilere bilgiye ve kitaplara daha kolay erişim sağlayacak olan tesis, sergi alanları, okuma salonları, çok amaçlı toplantı salonları, dijital araştırma imkanları, bilgisayarlar, e-kitap koleksiyonları, görme engellilere yönelik sesli kitap dinleme odaları ve çocuk kütüphanesi gibi özellikler sunarak şehrin eğitim ve kültür hayatına büyük katkı sağlayacak. ANTALYA KÜTÜPHANESİNDE NELER VAR? Akdeniz ve Bey Dağları manzarasına sahip olan Antalya Kütüphanesinin 1500 m² oturma alanı ve 7.500 m² kapalı alanı bulunmaktadır. Kütüphane bodrum, zemin kat ve iki kat olarak tasarlanmıştır. Zemin katta sergi alanları, fuaye, bekleme alanları, süreli yayınların okunabileceği okuma salonları, sesli çalışma alanları ve bir kafe yer almaktadır. 1. katta halk okuma salonu ve bireysel okuma alanları bulunmaktadır. 2. katta ise dijital araştırma imkanları, bilgisayarlar, e-kitap koleksiyonları, görme engelliler için sesli kitap dinleme odaları ve çocuk kütüphanesi bulunmaktadır. Bodrum katında ise konferanslar, seminerler ve sergiler için kullanılacak çok amaçlı salonlar ile atölyeler bulunmaktadır. » Sude Naz KORKMAZ Türk Dil Kurumunun Kuruluşu Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur. Cemiyetin kurucuları, milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif’at, Ruşen Eşref, Celâl Sâhir ve Yakup Kadri’dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rif’at’tır. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” olarak açıklanır. Kurulan cemiyet bu amacını Türk dilini tetkik ve elde edilen neticeleri yayımlayarak ve genelgeleyerek gerçekleştirecektir. Bu amaca ulaşmak için izlenecek yollar: Toplanıp ilmî görüşmelerde bulunmak; Türk dilini kendi kökenine, tekâmülüne ve ihtiyaçlarına göre tespit etmek ve derlemek; Türk dilini incelemeye yarayacak belge ve malzemeyi elde etmek; eski kitaplardan ve memleketin her bölümündeki halk dilinden derlemeler yapmak ve yaptırmak; Cemiyet mesaisinin sonuçlarını paylaşmak. Atatürk’ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil siyaseti belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı sonunda Kurumun “Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, LenguistikFiloloji, Etimoloji, Yayın” adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmiştir. Sonraki kurultaylarda bu kollardan bazılarının ayrılması, bazılarının tekrar birleştirilmiş olması gibi değişiklikler yapılmıştır fakat ana çatı değiştirilmemiştir. 1934’te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936’daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur. » Ali Yiğit TAŞDELEN Tarihin imbiğinden süzülerek günümüze kadar ulaşmış Antalya. Roma İmparatorluğu, Selçuklular, Hamitoğulları ve Osmanlı Devletine yurt olmuş; Kaleiçi ve surlarıyla, tarihi evleriyle, Yivli Minaresi, Şehzade Korkut Camisi, Karatay Medresesi, Bali Bey Camisi, Murat Paşa Camisiyle tarihin en güzel eserlerini içinde barındıran Antalya. Yazı ayrı, kışı ayrı güzel, her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlayan bacasız sanayi olarak adlandırılan turizmin başkenti Antalya. Eşsiz doğal güzellikleriyle Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Hiç şüphesiz Antalya, dünyanın en güzel yeridir.” sözüne mazhar olan güzel şehir… Türk ve dünya tarihinin en büyük gezgini ve en büyük seyahat kitabının yazarı olan Evliya Çelebi, 17. yüzyılda yazdığı Seyahatnâmesinde Antalya’yı şu şekilde anlatmıştır: “150 Müslüman, 150 kefere kale neferleri vardır. Kalesi, Adalie körfezi sonunda minare yüksekliğinde bir kaya üstünde kavisli şekildedir. Etrafı 4400 adımdır. Batıda Paşa Sarayı köşesinden Narin Kule’ye ve varoş kapısı üzerinden Mehterhane Kulesi’ni geçip doğuda Lala Kulesi’ne kadar iki kat kale duvarıdır. Bu taraf kırk kule, 1300 adımdır. Buradan güneye bin adım ve 18 kuledir. Buradan Kız Kulesi’ne kadar bin adım ve 15 kuledir. Kara tarafları ikişer kat kale duvarıdır ve derin hendektir. Buradan liman dolaşılınca 1100 adımdır. Kırk arşın duvardır. Liman tarafı 12 kuledir. Tamamı 80 kule ve her kule arası yirmişer bedendir. Dört kapısı vardır. Birisi dışarı varoş kapısıdır. Çok sağlam kale olduğundan birkaç kere Osmanlı paşaları kapanıp Osmanlı Devleti’ne karşı durmuşlardır. Bütün kâfirler (Ah Adalie!) derler. Bu varoş kapısından başka karaya çıkan kapı yoktur. Diğer üç kapı liman tarafına işler. Büyük liman kapısından limana kırk basamakla inilir. Bu dört kapıdan başka duvarların mahalleler içinde 22 küçük kapısı daha vardır. Bu kale yedi kattır. Hendekleri yoktur. Paşa Sarayı başka bir bölmedir. Ve tamamı yedi bölmedir. Kale içinde dört mahalle ve gayet sık bin ev vardır. Sokakları kaldırımdır. Her evin dört direk üstüne çardağı vardır ki, geceleri orada yatarlar. Adalie’de deniz kenarında büyük kaynaklar vardır. Bazısı deniz içinde kaynar. Adalie’nin suları aktığı yerlerde buz hâsıl olur. Yani alçı gibi donar. Havası ağırdır. Bu yüzden her sene istinaz yaylasına çıkarlar. Limanı 200 gemi alır, sekiz rüzgârdan emindir… Ama liman içinde her rüzgârın kasırga ve sağanağı eksik olmaz. Onun için gemiler palamarlarını, sahildeki yüksek kayalara bağlarlar… Turuncu, kebbat, hurma, zeytin, incir, şeker kamışı, narı cihanı tutmuştur. Her tarafı bağ ve bahçedir… Tekeli Paşa bahçesi en meşhurudur… Bu şehrin halkı, Anadolu halkı gibi güzel Türkçe konuşurlar. Delikanlıları Cezayir elbisesi giyerler. Kadınları çuka ferace ve başlarına takke üzerine beyaz izar bürünürler. Halkı edepli ve garip dostudurlar…Şimdilerde dünyanın birçok yerinden misafiri ağırladığımız, çok dilli ve çok kültürlü bir şekilde kardeşçe yaşadığımız güzel Antalya’mızda huzurun hiçbir zaman eksik olmaması dileğiyle, hep sevgi ile kalın. » Abdulkerim HARMANCI KENDİ GÖK KUBBEMİZ’DEN SEDA; OSMAN YÜKSEL “Keskin zekâsı, hazır cevap-nüktedan kişiliği ve kendine has üslubuyla Türk edebiyat ve siyaset tarihinde derin izler bırakan; siyasetçi, yazar ve gazeteci Osman Yüksel SERDENGEÇTİ, tembelliğe, geriliğe, kültür emperyalizmine, her türlü dikta heveslilere, taklitçiliğe başkaldırırdı.” “Keskin zekâsı, hazırcevap-nüktedan kişiliği ve kendine has üslubuyla Türk edebiyat ve siyaset tarihinde derin izler bırakan; siyasetçi, yazar ve gazeteci Osman Yüksel Serdengeçti; tembelliğe, geriliğe, kültür emperyalizmine, her türlü dikta heveslilere, taklitçiliğe başkaldırırdı.” Asıl adı Osman Zeki Yüksel olan gazeteci yazar, 1917'de Antalya'nın Akseki ilçesinde doğdu. İlkokulu Akseki'de, ortaokulu yatılı olarak Antalya'da okuyan Serdengeçti, Ankara'da Atatürk Lisesi'ni bitirdikten sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne devam etti. İkinci sınıf öğrencisiyken öğrenimi yarıda kaldı. Yazar, sahibi olduğu "Serdengeçti" dergisinde Serdengeçti imzasıyla yazılar yazdığı için bu isimle tanındı. Dergi, toplam 33 sayı çıkarttı. "Bağrı Yanık" adlı bir mizah gazetesi de çıkaran Serdengeçti, bu yayında inancının mücadelesini esprili bir dille okuyucularına aktardı. 1965-1969 yılları arasında Antalya Milletvekilliği yapan Serdengeçti, partiden ayrıldıktan sonra da mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde " Selam" başlığı altında günlük yazılar yazan Serdengeçti, Necip Fazıl'ın yakın arkadaşlarındandı. Yakalandığı Parkinson hastalığının ardından 10 Kasım 1983' te Ankara'da vefat etti ve Cebeci Asri Mezarlığına gömüldü. Yazar, "Mabedsiz Şehir", "Bu Millet Neden Ağlar?", "Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?", "Ayasofya Davası", "Mevlana ve Mehmet Akif", "Türklüğün Perişan Hali", "Gülünç Hakikatlar" "Kara Kitap", "Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı", "Radyo Konuşmaları" ve "Akdeniz Hilalindir" eserlerini okuyucuyla buluşturdu. Pervasız bir sese, cesur bir tavra ve bitmek bilmeyen bir tecessüse sahip olan Osman Yüksel Serdengeçti felsefe okumayı çok arzulamış, Batılı filozofları üniversite yıllarında tanımış, varlık, yokluk, insan ve kainatla ilgili soruları kendisine bu dönemde sormuştur. Lakin felsefeyi ve batılı düşünürleri okuduktan sonra ne Rousseau ne Bergson’un kendisini Yunus Emre ya da Mevlana kadar tatmin etmediğini ifade etmiştir. Hem tabiatı hem de ailesinin İslam ikliminde yeşermiş olması, Osman Yüksel Serdengeçti’nin İslam akaidlerine bağlı olarak kendisini yetiştirmesini sağlamıştır. Daha küçük yaşlarda Mevlana Celâleddîn-i Rûmî, Yunus Emre ve Mehmet Akif Ersoy gibi Türk mutasavvıf ehli, şair ve düşünürlerden etkilenmiştir. Daha sonra milli kimliğinin oluşmasında Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Nurettin Topçu etkili olmuştur. Lakin daha ziyade Mehmet Akif Ersoy’un tesiri altında kaldığı ona ithafen yazdığı şiirinden de anlaşılmaktadır. Ömrü boyunca milli ve yerli olmayan bütün davranışların, tüm akımların karşısında duran Serdengeçti; sömürgeciliğe, küresel sermayeye, kültür emperyalizmine, aydın ihanetine, her türlü baskı ve dikta heveslilerine, zorbalığa, yolsuzluğa, hırsızlığa, taklitçiliğe başkaldıran bir yürekli dava adamıdır. Her daim aziz Türk Milletinin huzur ve selametini, Devletimizin menfaatlerini, kültürümüzün ve değerler bütünümüzün muhafazasını gözetmiş; haksızlıklara baş eğmeyen, kalıpların dışında güçlü sesi, muhalif ve şair kimliğiyle yaşadığı döneme büyük bir damga vurmuştur. » Fatma UTAR AYDOĞAN
DİLİM; SEVDAM, GÜNEŞİM… Yatay 5) Henüz dokuz yaşındayken babası ile birlikte Türk Kurtuluş Savaşı'na katılmış savaş kahramanı. 6) İlk Türk kadın ressamlarımızdan, günümüze ulaşabilmiş portre çalışmaları ve manzara resimleri ile tanınır. 9) 2003 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi "Everyway That I Can" adlı şarkısıyla temsil ederek 1. olan sanatçımız. 12) Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi. 14) 2010 Eurovision Şarkı Yarışması'nda 2. olan grubumuz. 16) Atatürk'ün dünyanın en güzel yeri olarak adlandırdığı şehir. 17) Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan kadın ressamdır. 18) İyi ki varsın. 20) İlk Türk kadın tiyatrocumuz. 21) Nobel kimya ödülü alan bilim insanımız. 22) Uluslararası Emmy Ödüllü ilk Türk oyuncumuz. 23) Atatürk'ün silah arkadaşlarından biri, "Alçıtepe Kahramanı" olarak da tanınır. Dikey 1) Misak-ı Milli esasları belirlenen kongre. 2) "Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez." diyen kahraman şehidimiz. 3) Kimmer Kıtası adını verdiği bir şerit kıta keşfeden bilim insanımız. 4) TBMM açılış tarihi. 7) Milli mücadelenin efsane gemisi. 8) Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman. 10) Manda ve himaye reddedilerek ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verilen kongre. 11) Anadolu'daki işgallere karşı gerçekleştirilmiş olan ilk silahlı direniş. 13) En başarılı Türk klasik batı müziği piyanisti ve besteci. 15) “Cep Herkülü” olarak anılan Türk halterci. 19) 19 Mayıs 1919'ta Atatürk’ün ayak bastığı şehrimiz. CUMHURİYET Cezbedince sükûtu ümitle dolu aydınlık bir lisan Uyanacak hürriyet düşüyle bünyesindeki her insan. Mutlak inançtan sızan kudrete sahiptir o asil kan. Hususi meselesidir zira meşrebine layık olma, Ulu çınarın gölgesine bir avuç olsun serinlik katma. Rastlayınca vatanın kutsal bağrında alçak bir hevese İlk asrın şehitlerinin umuduyla sulanmış bu millette Yetişen genç fidanların verdiği emniyetle Engin zaferlerin ışığında tarih tekerrür ederek, Toplanacak bayrağında özgürlüğü simgeleyen iki renk. » Yelda ZORLU “Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir.” diyen Yahya Kemal’in mısralarında nefessin sen… Henüz dünyaya yenice gelmişken, kulaklarım seslerden ve sözlerden çok uzakken; annemin sesinde duydum seni. Belki de yüzyıllar öncesinden ulaşmış ninnileri dinledim büyüleyici ahenginle. “Uyusun da büyüsün, Tıpış tıpış yürüsün” derken… Annemin ak sütü ağzımda, Türkçemin en tatlı ahengi kulaklarımda… Büyüdüm ben… Dedem Korkut’un hikayelerini dinledim sonra. Bozkırı , Oğuzları, Dedem Korkut Ata’nın kahraman Bamsı’ya ad koymasını… İlimi, töremi… Atamı, mazimi…Senden okudum, senden dinledim… Sen Karamanoğlu Mehmet Bey'in fermanında can oldun. “Bugünden sonra divanda, dergâhta, çargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe ’den başka dil kullanılmayacaktır.” sözleriyle yankılandı yer gök... Kimse senden başka konuşmadı o günden sonra. Bir sen vardın milletimin dilinde… Şiirlerde sen vardın yine mısra mısra… Aşkı da özlemi de; yaşamı da ölümü de seninle anlattı şairler satırlarda. ‘Lambada titreyen alev üşüyor’ diyordu ya şair, Mihriban’da aşk kağıda yazılmadığında… Bundan daha güzel nasıl anlatılabilirdi sevenin sevdiğine hissiyatı… Karakoç’un dizelerinde alev üşürken, Atilla İlhan’ın “ben sana mecburum bilemezsin içimi seninle ısıtıyorum” dizeleriyle ısındık. Bilimi okudum… Kitapları…Yeryüzünü…Okudum ve öğrendim. Ben her şeyi seninle bildim… Bebekler ninnileri Türkçe dinledi... Analar ağıtlarını Türkçe söyledi... Doğumu da ölümü de seninle anlattık biz. Seninle yazdık. Seninle okuduk. Yeryüzünde duyduğum ilk sesten, ilk andan itibaren… Ne duyduysam seninle güzel, ne anlattıysam seninle… “Güzel dil Türkçe bize Başka dil gece bize.” dediğince şairin… Dilim; güneşim, aydınlığımsın… Bosna’dan Çin Seddi’ne, on iki milyon kareye uzanmış bir ışıksın… Sen sevdamı, acımı; sen mazimi, atimi anlattığımsın… Sen çocukların masum dünyasında masal, bir sazın telinde türkü, anaların dilinden şefkatle akan ninnisin… Sen bizim sesimiz, nefesimiz... Sen düşüncelerimin en parlak aynası... Sen yüzyıllar öncesinden gelen kültürümün en önemli taşıyıcısı... Sen Gazi Mustafa Kemal'in ifadesiyle kutsal bir hazine... Sen milletimi birleştiren, bağlayan... Üzüntümü, sevincimi anlatan... Sen köklü geçmişinle, zenginliğinle gurur duyduğum… Türkçem… Sevdam… Özgürlüğüm… “Doğduğum andan… Son nefese… Sen hep ağzımda annemin ak sütü...” » Fidan GEDİZ BEKAR 1981'İn Atatürk Yılı İlan edİldİğİnİ bİlİyor muydunuz UNESCO'nun 27 Kasım 1978'de Paris'te düzenlediği 20. Genel Kurul toplantısında 1981 yılının Atatürk Yılı olarak kutlanmasına karar verildi. CUMHURİYET VE KADIN Günümüz dünyasında ve Türkiye'sinde kadınlar sanattan bilime, spordan siyasete birçok alanda topluma yön veren bir konumdadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sırasında bebeklerini sırtlarında taşıyıp sadece cephe gerisinde değil, cephede bizzat sorumluluk almış, Millî Mücadelenin başarıya ulaşmasında rol oynamış, bağımsızlık mücadelesinde erkeklerle yan yana, omuz omuza korkusuzca savaşmıştır kahraman Türk kadını. Silah ve cephane üretimi, askerler için yiyecek ve giyecek hazırlanması, yaralı askerlerin bakımı ve cephanenin taşınmasında kahraman Türk kadını sorumluluk alarak Millî Mücadelenin kazanılmasında ve Cumhuriyetin kurulmasında da büyük katkı sağlamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra kadınlarımıza verilen seçme ve seçilme hakkı, medeni kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunun kabul edilmesiyle kadınlarla erkeklere eğitimde eşit imkanlar sağlanmıştır. Bununla birlikte iş kanunuyla iş dünyasında, sporda, sanatta, siyasette, bilimde başarılı kadın girişimcilerin önü açılmıştır. Türk kadınına Cumhuriyetimizin kazandırdığı haklar Avrupa ülkelerinde bu haklara sahip olmayan kadınlara kendi haklarını savunmaları için ilham kaynağı olmuştur. Kadınlarımız Cumhuriyet ile birlikte önemli işlere imza atmışlardır. Halide Edip Adıvar Milli Mücadelede yer alırken Cumhuriyet sonrasında tiyatro oyunları yazarak Türk edebiyatına önemli katkılar sunmuştur. Sabiha Gökçen ilk kadın savaş pilotumuz olmuş, Türk kadının göklerde de yer alabileceğini göstermiştir. Cumhuriyetimizin geleceği için bilinçli nesiller yetiştiren kadın öğretmenlerimiz eğitimöğretimde yer alarak toplumun şekillenmesinde görev almaya başlamışlardır. Kendini yetiştiren, donanımlı kız çocuklarından biri olan Canan Dağdeviren kanser çalışmalarında dünyada önemli bir yere sahip olup Harvard’da Genç Akademisyenler Kürsüsünde bulunan ilk Türk unvanını almıştır. Bununla birlikte nice Türk kadını sanatta, sporda, bilimde, siyasette, edebiyatta kendini gerçekleştirmiş ve yüz akımız olmuştur. Atatürk'ün ‘’Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.‘’ sözüne uygun olarak Cumhuriyet; kadınlarımızın hayatın her alanında yer almasının yolunu açmıştır. Öyle ki daha sonraki yıllarda kadınların çalışma yaşamında giderek daha fazla yer almaları sonucu; çalışma ve sosyal yaşamlarında karşılaştıkları sorunların çözümünde örgütlenme olanaklarına da kavuştular. Kadınlar sendikalarda, derneklerde, siyasi partilerde yer almışlar; kendi kitle örgütlerini kurmuşlardır. Cumhuriyet ile; ekonomik, sosyal, kültürel, sanatsal ve siyasi yaşamda kendini ifade etme yeteneklerini geliştirme haklarına kavuşan Cumhuriyet kadını, kısa sürede toplumda kalıntıları bulunan geriliklerden kurtulacak adımlar atmıştır. Çağın gereği olan hak ve fırsat eşitliğine Cumhuriyet sayesinde kavuşan kadın, bu hak ve kazanımları bir daha kaybetmeyeceği gibi Cumhuriyetin, kendisine kazandırdığı bu hak ve kazanımların güvencesi olduğunu da bilmektedir. Günümüzde, Cumhuriyetin kazanımlarıyla donanan öncü kadınlarımıza; Türkiye’nin 21. yüzyılında seçkin yerini alabilmek için yüksek karakterli ve nitelikli kadın gücünü seferber etme görevi düşmektedir. Bugün toplumda erkek ve kadının eşit haklara sahip olması, kadın istihdamının artarak kadının istediği iş sahasında çalışabilmesi, eğitim öğretim alanındaki fırsat ve imkan eşitliği Cumhuriyet sayesindedir. Bilinmesini isterim ki Cumhuriyetimizin 100. yılını idrak ettiğimiz bu günlerde tüm kadınlarımızın kendini gerçekleştirmesini Atatürk’e; onun yeniliklerine, ileri görüşlülüğüne, Cumhuriyet kazanımlarına borçluyuz. » Ömür YILDIZ ATİ GENÇLİĞİN Düş kuramayan milletler, tarih sahnesinden silinmeye mahkûmdur. Düş kurmalıyız zira ecdadımız, bizlere köklü bir medeniyet ve barınacak yurtlar dışında bir de "ideal" miras bıraktı. Var olduklarından bu yana "Türk Cihan Hâkimiyeti" mefkûresi ile yanıp tutuşan Türkler, "Kızılelmaya!” naralarıyla hayallerinin peşinden koştular. Mete'ye babasına karşı isyan bayrağını çektiren, Alparslan'ı Anadolu kapılarına getiren, Fatih'e gemileri karadan yürüten, Kanuni'yi Viyana surlarına dayatan, Mustafa Kemal'i Samsun'a çıkartan şey bir ideal değil miydi? On altı büyük Türk Devleti’nin varisi “Cumhuriyet” neslinin evlatları olarak bizler de ecdadımızın açtığı bu kutlu yolda, düş kurarak ideallerimizin peşinden koşacak, hedeflerimizi akıl ve kalplerde yaşatarak milletimizi ve devletimizi ait olduğu muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır.” sözüne olan inancımızla durmaksızın gayret göstereceğiz. Şairin de dediği gibi: "Biz ki ustasıyız, vatan sevmenin..." » Hasan UÇAR
2020 yılında, Cumhuriyetimizin 100. yılı sebebiyle gerçekleştirilecek tüm etkinliklerin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının koordinesi ile yapılacağı bildirilmiştir. Bu bildirinin ardından Çekmeköy Belediyesi Başkanı Ahmet Poyraz önderliğinde “100. Yıl Marşı Yarışması“ projesi hayata geçirilmiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı için yapılan bu yarışmanın amacı unutulmayacak ve dillerden düşmeyecek bir marş hazırlamaktır. Biçim ve ölçü sınırlaması olmayan, kuruluşumuzun 100. yılını Cumhurbaşkanlığından 100. yıla Özel Marş ve millî değerlerimizi ifade etmesi koşullarını sağlayan her eser Türkiye ve Türk Dünyasından yarışmaya gönderilmiştir. 29 Aralık 2022’de ilan edilen bu yarışmaya 400’ün üzerinde eser katılmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda Cumhuriyetimizin 100.yılına damga vuracak o marş “30 Ağustos Zafer Bayramında” kamuoyu beğenisine sunulmuştur. Doç Dr. İlker Kömürcü’ye ait bu marş Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde 1071 kişilik dev bir orkestra tarafından tüm dünyaya ilan edilmiştir. Bu önemli marşın yazarı Doç Dr. İlker Kömürcü “Bu eseri ortaya çıkarırken yoğun bir duygu hissettim. Şiirin ilk dörtlüğü bayrağımıza söylendi. İkinci dörtlükte Anadolu'ya bir sesleniş var. Üçüncü dörtlükte ülkece yaşadığımız zor günleri ve bu günleri birlik olarak aştığımıza atıfta bulundum. Son dörtlükte ise Çanakkale ve kurtuluş mücadelemizi simgeleyen ifadeler var. Şiir Türkiye'yi bugünlere taşıyan günleri anlatıyor. Başarılarımızı, zor günleri, ayağa kalkışımızı ve umutlarımızı simgeliyor. İçime sinerek ve büyük bir coşkuyla yazdığım bir şiir oldu. İlk çıkış noktası ise evimin karşısındaki bayrağa bakarak aklımdan geçirdiğim, ‘PARLAYAN YILDIZI ANADOLU'NUN’ dizeleri oldu. İlk söz buydu ve sonrası zamanla geldi. Son haline gelene kadar çok zaman geçti. Ama son noktada içime sinen ve gerçekten bizi anlatan bir eser ortaya çıktığını düşünüyorum. Eseri tamamladıktan sonra başvuru sürecinin son anlarında katılım sağlayabildim. 1 saat daha geç kalsam belki de bu eser burada olmayacaktı. Çok mutlu, heyecanlı ve en önemlisi de çok gururluyum. Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yıl marşının altında imzamın olması büyük bir onur kaynağı. Bu vesileyle sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a da teşekkürlerimi ve saygılarımı iletiyorum. Bu çalışmayı başlatan Çekmeköy Belediyesi ve kıymetli başkanı Sayın Ahmet Poyraz'a da çok teşekkür ediyorum. Emeği geçen herkesin eline, yüreğine sağlık. Büyük bir iş başardılar ve büyük bir vizyon ortaya koydular. Cumhuriyetimizin 100. yılında büyük bir projeyi hayata geçirerek geleceğe büyük bir eser bıraktılar. Cumhuriyetimiz 100 yaşında. Bir sanatçının ülkemize bu şekilde bir eser bırakma şansı bir kez ya gelir ya da gelmez. Bu bana nasip oldu. Bu yüzden çok şanslı hissediyorum kendimi .” sözleriyle marşımız hakkındaki görüşlerini bildirmiştir. » Beyza COŞAN YAŞAYAN RUHU Sanatın ve edebiyatın yaşayan ruhu Bedri Rahmi Eyüboğlu; şiir, deneme, gezi yazısı ve monografi gibi türlerde eserler kaleme almış, ressam ve akademisyen kimliği ile de Cumhuriyet Dönemi’nde büyük başarılara imza atmıştır. Ressam Bedri Rahmi’nin 1959’da yaptığı “Mozaik Duvar” adlı eser, 1960’ta Türk hükümeti tarafından Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan NATO karargâhına hediye edilmiştir. Anadolu motifleriyle bezenen, 10 ton ağırlığında ve 50 m² büyüklüğünde olan anıtsal mozaik, bugün Brüksel’de sergilenmektedir. Brüksel’de sergilenen pano altın madalya ödülüne layık görülmüştür. Bedri Rahmi Eyüboğlu resim alanında yaptığı çalışmalarla 1969 yılında Sao Paulo Bianeli’nde onur madalyasına layık görülmüştür. Şiir, resim, heykel, mozaik... Sanatla dolu geçen bir yaşam ve bu yaşama sığdırılan nice ölümsüz eser... Bedri Rahmi Eyüboğlu, şüphesiz Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli sanatçılar arasında yerini koruyor. » Leyla TOPAL TEŞEKKÜR Gazetenin hazırlanmasındaki katkı ve emekleri için Neriman-Erol Yılmaz Sosyal Bilimler Lisesi öğretmen ve öğrencilerine teşekkür ederiz. Nergis Cömertoğlu Anaokulu Ailesine “Cumhuriyetin 'ü” gazetesinin basımına katkısı dolayısı ile teşekkür ederiz. Cumhuriyet’in Yüzü gazetemizde yer alan bilgiler, Cumhuriyetimizin ilk yüzyılında meydana gelen gelişmelerden tarafımızca seçilmiş olanlardan derlenerek hazırlanmıştır. Bu gazetede yer alan bilgiler bilgi verme amaçlı hazırlanmış olup, reklam amaçlı olarak kullanılamaz. Kaynak göstermeksizin paylaşılamaz. İçerikte yer alan bilgilerin kullanımından doğan sonuçlardan gazetemiz sorumlu tutulamaz. Bilgilerin doğruluğunu ve güncelliğini kontrol etmek bilgileri kullananın sorumluluğundadır. Uluslararası Pİyano Üstadımız “ Fazıl Say” Türkİye’nİn Halk Ozanı Aşık Veysel Yaşama sevinciyle hüznü, iyimserlikle umutsuzluğu şiirlerinde büyük bir ustalıkla iç içe işlemeyi başarmış bir şairimizdir. Eserleri konu bakımından epeyce zengin bir çeşitlilik göstermesine karşın, ağırlıklı olarak “ölüm” temasını işlemiştir. Türkçeyi en güçlü haliyle kullanabilmeyi başaran sayılı sanatçılardan olan Veysel Şatıroğlu, Türkiye’deki Âşıklık geleneğinin en önemli temsilcilerimizden biri olmuştur. » İrem KARTAL Kültür Elçimiz Barış Manço Herkesin, adını duyduğunda yüreğinde hoşgörü uyandıran, yüzüne gülümseme yayan isim Barış Manço... Çocuğundan yaşlısına gönüllere taht kuran, Anadolu Rock müziğinin kurucularından sayılan, ülke ülke gezerek “Barış Çelebi” lakabına sahip olan Barış Manço’nun başarılarını, aldığı ödülleri, ülkemize kazandırdıklarını saymak mümkün görünmemekte. Zira Manço’nun üç binden fazla plaket ve ödüle sahip olduğunu söyleyebiliriz, ayrıca Fransa, Japonya, Türkmenistan, Belçika gibi ülkelerden edindiği unvan ve ödüllerle dünya tarihinde de kendisine yer bulmuştur. Hepsinden öte, bir neslin “Barış Abi” si çocuklara da yetişkinlere de hitap ederek herkesin dilinden anlar, kendi tarzıyla döneme yenilik katar ve dünyaya unutulmaz bir iz bırakmıştır. » Hilal ALTUNOK Sayısız beste, sayısız konser, sayısız ödül... Fazıl Say, başarılı bir piyanist ve bestecimiz. 1984 ile günümüz arasında onlarca parça bestelemiş, dünyanın pek çok yerinde sahne almış ve birçok ödüle layık görülmüştür. Piyano üstadı Say, Genç Konser Solistleri Yarışması’nda hem Avrupa hem de dünya birincisi olmuş, bu sayede müzik kariyerinde önemli bir adım atmıştır. Avrupa Birliği tarafından “Kültür Elçisi” seçilerek uluslararası boyutta başarıyı yakalamıştır. Fazıl Say ; konçerto, bale, oda müziği ve oratoryo gibi türlerde çalışmış, sadece piyanoya yönelmemiş, çeşitli türlerde eserler vermiştir. Bugün de beste yapmaya, sahneye çıkmaya ve yeteneği ile bizleri gururlandırmaya devam ediyor. Cumhuriyet’in 100. yılına ithafen, 100. Yıl Marşı’nı besteleyen Fazıl Say, ülkesine verdiği değeri bir kez daha gözler önüne sermiştir. » Eylül Iraz KARADAŞ ÖĞRENCİLERİMİZDEN 100. YIL MARŞI KLİBİ Kepez İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün organizesinde Cumhuriyetimizin 100. Yıl Etkinlikleri kapsamında sözleri Doç. Dr. İlker Kömürcü’ ye ait olan ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilen 100. Yıl Marşı, Kepez’in sanat yüzü Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Güzel Sanatlar Lisesi öğretmenlerinin yönetimiyle öğrenciler tarafından seslendirilerek klip haline getirilmiştir. Klibin hazırlanma sürecinde Hüsniye Özdilek Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğretmen ve öğrencileri Dokumapark alanındaki çekimleriyle fark yaratmıştır. Kepez eğitiminin geniş yelpazede başarısını gün yüzüne çıkaran öğretmen ve öğrencilere ve Dokumapark’ın kullanımında bizlere destek olan Kepez Belediyesine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyele sanata bakışımızdaki temel prensip; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” » Tijen SİNAN Altın Portakal Film Festivali, ülkemizin en köklü kültür ve sanat organizasyonu olarak tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. Etkinlik 60 yıl gibi çok önemli bir eşiği geçmenin ötesinde Türk Sineması’nın önemli bir bölümüne tanıklık etmesi bakımından da anlamlıdır. Festival her ne kadar ilk olarak 1964 yılında başlamışsa da Antalya’da kitlesel bir etkinlikte bulunulması düşüncesi çok daha öncesine 1934 yılına dayanmaktadır. Bu tarihte Antalya’ya gelen ve kentte incelemelerde bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ün yolu Aspendos’a düşer. Tarihi yapıya hayranlığını gizlemeyen ulusal önder, yanında bulunan Antalya Müzesi Müdürü Süleyman Fikri Erten ve arkadaşlarına, bölgede kültürel etkinlikler düzenlenmesi ve Aspendos’un bir cazibe merkezine dönüştürülmesi talimatını verir. 1940’larda yağlı güreş aracılığıyla binlerce izleyiciye ulaşan merkezin, kültürel etkinliklerin öznesi olması için 1952 yılını beklemek gerekecektir. Bu tarihte bir okul gezisi için Antalya’ya gelen Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğretmen ve öğrencileri, Aspendos’tan büyülenerek, o sırada repertuarlarında bulunan, Shakespeare’in “Romeo ve Juliet” oyununu temsile karar verirler. Dönemin Valisi İhsan Sabri Çağlayangil ve Antalya milletvekillerinden Burhanettin Onat’ın özverili çalışmalarının ardından, kentin sivil tarihçisi Hüseyin Çimrin’in ifadesiyle merkezin dışında Elmalı ve Korkuteli’den Manavgat ve Alanya’ya çeşitli ilçelerden binlerce insanın katılımıyla etkinlik büyük bir şölene dönüşür. O tarihte gerek mülki amirlerin gerek kentin yerel yöneticilerinin gündeminde, dünyanın en güzel şehirlerinden olan Antalya’nın önce ülke insanına, ardından da dünyaya tanıtılması konusu vardır. Tiyatro etkinliğinin ses getirmesinin ardından Antalya Lisesi’nde görev yapan İngilizce Öğretmeni Osman Batur ve arkadaşları tarafından kurulan Antalya’yı Tanıtma Derneği’ne görev verilmesiyle süreç daha hızlı ilerler. 1956 yılında yine DTCF tarafından sergilenen “Othello”nun da büyük bir ilgi görmesi, yerel bir kültür sanat organizasyonunun başlatılması kararının alınması sonucunu doğurur. Aynı günlerde, babası Antalya’da Ağır Ceza Hâkimliği yapan Behlül Dal da çocukluğundan beri hayran olup bir türlü kopamadığı Antalya’yı tanıtmak üzere harekete geçmiş durumdadır. Okul arkadaşı Ömer Eken’in Belediye Başkanı seçilmesi üzerine harekete geçmiş; tiyatro ve müzik ağırlıklı bir festival düzenlenmesi konularını içeren projesi kabul görmüş, kısa sürede planlanmaya başlamıştır. Ancak Behlül Dal ve ekibinin, başlangıç tarihi olarak 27 Mayıs 1960’ı belirledikleri ilk organizasyon, aynı gün gerçekleşen askeri müdahale sonucu hayata geçemeyecek, program bir başka bahara kalacaktır. Bu tarihten yaklaşık dört yıl sonra bir belgesel yönetmeni olan Behlül Dal, bir diğer çocukluk arkadaşı Avni Tolunay’ın göreve başlamasının ardından belediyeyi ziyarete gelir ve sinemayı merkezine alan bir festival önerisini başkana iletir. Etkinliğin adı, Antalya’nın simgelerinden olan “portakal” olacak, sembolü ise bu toprakların kadim unsurlarından Venüs yapılacaktır. Aylar süren hummalı bir çalışma sonucunda, kent festivale hazırdır. Dönemin en önemli halk eğlencesi olan yedinci sanat, artık sadece yazlık ve kışlık sinemalarda değil, Antalya’nın sokaklarında yaşayacak; halk, beyazperdede seyre daldığı Ayhan Işık, Türkan Şoray, İzzet Günay, Hülya Koçyiğit gibi sanatçılarla caddelerde kucaklaşacaktır. Antalya insanının bir dünya cenneti olan memleketlerini tanıtma arzusundan doğan Altın Portakal Film Festivali, 1964 yılından itibaren Yeşilçam şöhretlerinin ve Türk Sineması’nın şölen alanına dönüşür, ülkenin en prestijli ödüllerinden biri olarak sinema çevrelerinde referans gösterilir. Festivale 60 yıl boyunca emek veren tüm yönetici ve sanatçıları saygı ve rahmetle anarak, nice yıllaa “Altın Portakal” diyoruz. » Tuncer ÇETİNKAYA ALTIN PORTAKAL 60 YAŞINDA! EUROVISION GÖZDELERİmİz Ülkemiz, Eurovision Şarkı Yarışması’na ilk olarak 1975 yılında, Semiha Yankı’nın seslendirdiği “Seninle Bir Dakika” adlı şarkıyla katıldı. 1986’da Klips ve Onlar adlı grubumuz “Halley” şarkısıyla dokuzuncu oldu ve grup ülkemizin o zamana kadarki en yüksek puanını elde etmiş oldu. Ülkemiz 1990’lara kadar puan tablosunun sonlarında yer aldı. 1997’ de Şebnem Paker, “Dinle” isimli şarkısıyla üçüncü oldu. 2003’te Sertab Erener “Everyway That I Can” isimli şarkıyla, Eurovision Şarkı Yarışması’nda ülkemize ilk ve tek birincilik ödülünü kazandırdı. 2004 yılında iseİstanbul’un ev sahipliği yaptığı yarışmada ülkemizi “For Real” isimli şarkılarıyla Athena temsil etti ve 195 puanla dördüncü oldu. Bu şarkıyla ülkemiz, Eurovision tarihindeki en yüksek puanını almış oldu. 2010 yılına geldiğimizde ise Manga’nın “We Could Be The Same” şarkısıyla finalde ikincilik elde ettik. Katıldığımız en son yıl olan 2012’de ise Can Bonomo’nun “Love Me Back” şarkısıyla yedinci olduk. » Toprak İlke TANKUŞ Türk Beşleri Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından sonra Atatürk tarafından eğitim için yurt dışına gönderilen ve Türk müziğinin evrensel düzeye ulaşmasını amaçlayan hareketin içerisinde yer alan müzisyenlerden olan Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses “Türk Beşleri” olarak anılırlar. Cemal Reşit Bey, besteci ve piyanist olmasının yanında orkestra şefliği de yapmıştır. Onuncu Yıl Marşı’nın da bestecisi olan sanatçımız, tüm eserleri seslendirilmiş tek Türk bestecisidir. İyi bir kanun yorumcusu olarak ünlenen Hasan Ferit Alnar, orkestra şefliği, müzik tarihi ve kompozisyon öğretmenliği yapmıştır. Ankara’da ilk opera temsillerinin düzenlenmesine öncülük etmiştir. Geleneksel bir çalgı olan kanun için yazdığı Kanun Konçertosu müzik tarihinde bir ilktir. Ahmed Adnan Saygun bestecilik, etnomüzikoloji ve eğitim alanlarında Türk müziğine olan katkıları ile müzik tarihine geçmiştir. 1934 yılında ilk ulusal operamız olan Özsoy Operası’nı bestelemiştir. Necil Kazım Akses, besteciliği ve öğretmenliği kadar sanat kurumlarındaki yöneticiliği ile de Türk kültür yaşamına hizmet etmiştir. Ulvi Cemal Erkin, Ankara Devlet Konservatuvarının kurulması üzerine bu kurumun piyano bölüm başkanlığını üstlenmiş, bir dönem de konservatuvarın müdürlüğünü yapmış önemli bir Türk bestecisidir. Türk Beşleri, Türk musikisinin Batılı anlamda ilerleme kaydetmesinde büyük rol oynamışlardır. » Sinem DERMENT
Fleepit Digital © 2021