"BENİM MANEVİ MİRASIM İLİM VE AKILDIR." Mustafa Kemal Atatürk
Künye rötuş 03 Düşünce, Sanat ve Edebiyat Dergisi "Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim." Mustafa Kemal Atatürk 04 Aylık Edebiyat ve Sanat Dergisi |Sayı 3 Bİr Sonbahar Sabahı Dünya Lİderİ instagram.com/rotusdergisi twitter.com/rotusdergisi Beyza Gürsöz E. A. editör Defne Şahin • Sude Naz Korkmaz • Cansu Eda Cankurtaran Genel yayın yonetmenı 10 Kasım Bahsİ 05 Çökertme 06 Defne Şahin Sanat Yönetmeni Defne Şahin• Sude Naz Korkmaz • Cansu Eda Cankurtaran • Ayşe Sıla Ocakçı Efe Anıl Şahbudak Kapak tasarımı Defne Şahin • Sude Naz Korkmaz • Cansu Eda Cankurtaran • Ayşe Sıla Ocakçı Son okuma Bengü Şen Web: www.dusunurdergisi.com iletişim: rotusdergisi@gmail.com Hasan Uçar yazarlar Cansu Eda Cankurtaran • Hasan Uçar • Eylül Pehlivan • E.A.• Efe Anıl Şahbudak • Defne Şahin • Berfin Yaşar • Beyza Gürsöz • Zehra Betül Şahin • Kerem Yiğit Özel Ekin Aydın • Beren Gökmen 07 Tasarım, kolaj, fotoğraf Defne Şahin • Sude Naz Korkmaz• Cansu Eda Cankurtaran • Ayşe Sıla Ocakçı Yazınızın dergimizde yayınlanmasını ister misiniz? rotusdergisi@gmail.com adlı e-mail adresmizden bize ulaşabilirsiniz! ©Bu dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonlar elektronik ortamlar da dahil olmak üzere yazılı izin olmaksızın kullanılamaz. Neriman Erol Yılmaz Sosyal Bilimler Lisesi yayınıdır. 01 Zehra Betül Şahin rötuş Rötuş Dergisi ile takipte kalın! rotusdergisi rotusdergisi neysbl RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
08 kavgam Cansu Eda Cankurtaran 09 ay Berfin Yaşar Artık Genç Oldum 16 E.A. 12 hepsi senin suçun Eylül Pehlivan pİŞmanlIk 13 Kerem Yiğit Özel 02 koca bİR SAÇMALIK Beren Gökmen 14 Emotional Misconception Ekin Aydın RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3 DÜŞÜNÜR DERGİSİ | SAYI 1
beyza gürsöz bir sonbahar sabahı yağmur sonrasıydı gökyüzü ağlamıştı büyük liderin gidişine bir sonbahar sabahı tam dokuzu beş geçe gözyaşlarına boğulmuştu geride kalan sevdalılar bir sonbahar sabahı döktüler içlerinde birikenleri ve yıllardır acıyla taşıdıkları hasret dolu gözyaşlarını bir sonbahar sabahı daha geçip gitmişti zamanın farkına varılmadan yıldızlar tekrar belirmişti o kapkaranlık gecede bir sonbahar sabahından kalma kırık kalpler ve gözyaşları seksen dört yıl önceki gibi bulmuşlardı ait oldukları toprakları 03 RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
Dünya Lıderi Dostu da ona hayrandı, düşmanı da. Sırma saçlarında aydınlık bir gelecek, okyanus mavisi gözlerinde özgürlük vardı... Her kelimesi vatan aşkını anlatırken, her bakışında asalet vardı. Dostuna güven verir, düşmanına korku salardı. Yıllar sonra bile adı anıldı anılacaktı... Hepimiz onu tanıyoruz, adı Mustafa Kemal'di... Kadına ve çocuğa değer verip insanlığı aydınlattı. Milyonlarca ruha dokunup yeni bir gelecek yarattı. Kadını ve erkeği eşit tutup insanlığı aydınlattı. Bir "Dünya lideri" idi. İyisi de kötüsü de onu örnek aldı. İlime ve bilime dokundu. Yeni bir ülke yarattı. Sanata ve spora önem verdi, hayatı anlattı. O bir dünya lideriydi. Kimi ülkeye barışı, kimi ülkeye özgürlüğü anlattı. O asla ölmedi, ölmeyecekti. Mavi semaya her baktığımızda onun gözleri karşılayacaktı... Kısaca o bir dünya lideriydi. Kimsenin yapamadığını yapıp kimsenin başaramadığını başardı. O bir liderdi, dünya lideri... İnsandan hayvana , yediden yetmişe herkesin saygısını kazandı. Çünkü o Mustafa Kemal'di... Gözlerini dünyaya kapatsa da, gönüllerde hep var olandı... 04 RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
10 Kasım Bahsi efe anıl şahbudak Toplumun yas tuttuğu veya genel olarak üzücü bir olay yaşandığında bizi mutlu eden durumları gizlemeye çalışırız. Birini kaybetmenin verdiği acıyı zaman veya iyi bir gelişme unutturur. Ama bazı kayıplar vardır, işte o kayıpların acısını ne zaman unutturabilir ne de başka bir şey. En net biçimde hatırlayabildiğim gün 10 Kasım 2014 günüdür. Bugün halihazırda anlamlı bir gündü, ancak bu günden sonra çok daha farklı bir gün olacaktı. O güne kadar 10 Kasım, bir naçiz vücudun toprak olduğu, yıılın geri kalan 364 gün ve 6 saat boyunca hatırasını ve mirası olan bu vatanı yaşatmak için çalıştığımız Atamızı, Ulu önderimizi, Mustafa Kemal Paşa’mızı andığımız, gözlerimizde yaş kalmayıncaya kadar ağladığımız gündür 10 Kasım. Siren sesleri duyulduğunda bütün bağlarımız çözülür, herkes ve her şey donuk hale gelir, zaman 9'u 5 geçe de durmuştur. O bir dakika bir şekilde sona erer ve atamız hakkında anılar ve hatırlar anlatılmaya başlanır. Size 10 Kasım’ın anlamını anlatabilmek için sayfalarca yazmam gerekir. Fakat 2014 yılının 10 Kasımını belki anlatabilirim. Hava soğuk, puslu ve bulutluydu. Memleketin dört bir yanında olduğu gibi bütün şehre hüzün ve yas hakimdi. Tören için okula gitme zamanıydı. Her sabah yaptığımın aksine tören günlerinde “Neden çocuk yaşımda sabahın köründe uyanıyorum?” diye söylenmeden uyanırdım. Annem son 3 aydır olduğu gibi evdeydi ama o ve babam bir yere gitmeye hazırlanıyor gibilerdi. O günün akşamı nerede olacağımı ve başıma gelecekleri bilmeden çıkmıştım evden. Saat 8.27’yi gösterirken okula varmıştım. Eşyalarımı bırakıp tören için konferans salonuna gittim. Açılış konuşmasının ardından saatler 9.05 olduğunda ülkenin geri kalanında da olduğu gibi bütün okulda bir sessizlik hakimdi. Halbuki o dakikalarda Palandökende bir hastanede belki de hayatta başıma gelmiş en iyi şey meydana gelmiş. Küçücük bir erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Tabii o saatlerde ben bu yaşananlardan habersiz, yaşlı gözlerle töreni izliyordum. Okul yarım gündü. Her gün olduğu gibi eve doğru yürürken bir an pek de yabancı olmayan fakat orada duymayı pek beklemediğim bir sesin beni çağırdığını duydum. Dedemdi bu. Yok be rüya görüyorumdur ya, hani yine bu onlarla olduğum ve uyandırıldığımda yanlarından ayrıldığım için küplere bindiğim rüyalardan. Farkında bile olmadan “Dediş!” diye bağırarak dedeme sarılmıştım. Babam ve dedem beraber beni okuldan almaya gelmişlerdi. Kesin bi sürpriz vardı. “Hayır yani bugünü mü buldular bula bula.” Derken hastane kapısında durduk. Bu kapının önüne en son gelişimde panik içerisinde olduğumu çok net hatırlıyordum. Tabi bütün bunlar olup biterken ne dedem ne de babam bana ne olduğunu söylemiyor sadece birbirlerine bakıp ufaktan bir gülümsemenin ardından konuyu değiştiriyorlardı. Hastane odasına gelmiştik, kapı açıldığında anneannem refakatçi koltuğunda oturuyordu. Annem hasta yatağındaydı, “Bak, kesin bir şeyler olmuş." diyordum kendi kendime. Tabii o an farketmemiş olsam da odada üçüncü bir kişi daha vardı. Henüz tanışamamıştık ama beraber çok vakit geçirecektik. Ufak bir beşik duruyordu hasta yatağının yanında. Beşiğin içindeki bebeğin ismi Ege idi, Ege Arın. Parmakları şeffaftı neredeyse. Ağlamaya çalıştığında sesi çıkmıyordu bile. 2600 gram olarak dünyaya gelmiş muhtemelen tamamen gelişimini tamamlamış bir kediden epey daha küçük bir bebekti. 10 Kasımı son 8 yıldır çok garip bir şekilde yaşarım o yüzden. Sabahları anma törenlerinin ardından akşam saatlerinde doğum gününü kutlarız onun. Garip gelir kimi zamanlarda bu durum bana. Ancak nasıl ki arabalar köprüde sirenler çalarken durduktan sonra hareket ediyorsa hayat da devam etmek zorunda. Acımızın büyük olduğu günlerde bile kaybettiğimiz insanları gururlandırmak için daha çok çalışmalıyız. 05 RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
Çökertme Hasan Uçar Çökertme türküsü hakkında anlatılan rivayetlerden birisi de olayın kahramanı olan Halil Efe'nin babası Demirci Ali Usta'nın ailesini alarak önce İstanköy'e, oradan da Bodrum'a geçmesiyle başlar. Rivayete göre Halil Efe kız kardeşini bir namus meselesini bahane ederek öldürür ancak yakalanmaz ve kaçak hayatı sürer. Bu kaçak hayatı yaşarken davet edildiği bir düğün sırasında Rumlar tarafından ihbar edilir ve yakalanır. Yakalanması sonucunda da 7 yıl hapis yatar. Bu ihbardan mütevellittir ki Halil Efe, Rumlar'a karşı kin beslemektedir. Halil cezasını çekip mahpustan çıktıktan sonra Çakır Gülsüm adlı bir kadına aşık olur. Gülsüm'ün Halil Efe'ye karşı gönlü var mıdır bilinmez ama Halil Efe, Çakır Gülsüm'ü kaçırır. Fakat şöyle bir durum vardır; Çakır Gülsüm ve annesi döneminÇerkez Kaymakamı diye bilinen Ömer Lütfi Bey'in evinde hizmetli olarak çalışmaktadır. Ömer Lütfi Bey'in gözü de tam olarak Gülsüm'ün üzerindedir. Ömer Lütfi Bey'in emrinde olan askerlerden biri olan İbrahim Çavuş, aynı zamanda Halil Efe'nin çok yakın arkadaşıdır. Halil Efe, Gülsüm'ü kaçırdıktan sonra tekrardan sürgün, kaçak hayatı yaşamaktadır ve kaymakam onu her yerde aramaktadır. Halil Efe bir plan yapar. Gülsüm'ü yanına alarak Çökertme'den çıkıp Yunan Adaları'na varacaktır. Bu plana göre de İbrahim Çavuş, Halil Efe' ye yardım edecektir. Fakat Halil Efe bu planı gerçekleştireceği vakit Rumlar bu durumu öğrenir ve hemen kaymakama haber gönderir. Bu sefer kaymakam da Halil Efe'yi yakalamak için plan yapar. Halil Efe'yi Çökertme'den alıp Yunan Adaları'na götürecek olan teknenin sahibi ile anlaşır ve iş tutar. Kaymakamın planına göre teknenin sahibi ara durak olarak durması gereken Aspat yerine bir bahane bularak teknesini Bitez' e yanaştıracaktır. Kaymakam ve askerleri de Bitez'de pusuda bekleyecektir. Gerçekleşen plan Halil Efe'nin değil, kaymakamın planıdır. Çatışma çıkar ve Halil Efe yaralanır. Gülsüm ile beraber yakalanır. Bodrum'a getirilen Halil Efe zindanda öldürülür. Çökertme'den çıktım da Halil'im aman başım selâmet Bitez de yalısına varmadan Halil'im aman koptu kıyamet Arkadaşım İbrahim Çavuş Allah'ıma emanet Burası da Aspat değil Halil'im aman Bitez yalısı Ciğerime ateş saldı telli kurşun yarası.. 06 RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
if you know the constant fear of relapse the horrible feeling of becoming the next the next monster of her nightmare all the things i spend nights throwing throwing some slurs to ghosts of him running away from that house and letting slip away the memories but it makes my blood boil just to think thinking about was he like me at the beginning or was he born wasted above any of it thought him as a family a figure of a trustable man i was wrong all along it is sad what i learned in a dead end 07 RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
Kavgam Yüzlerimiz yakın, gözlerimin ta en diplerinde yüzdüğünü sezdim hemen. Doğuştan mı geldi diye sordu? Bilmem dedim. Bilmiyordum. Hissettiklerim için üzüntü basit acı tanımlamaya yetersiz bir duyguydu. İnsanlar bundan rahatsız olup soru sormaya başlayana kadar varlığından bile haberim yoktu. Sanıyordum ki herkeste var bu, herkes hissediyor benim ne hissettiğimi. Çünkü onlar da hissediyordu. “İnsan kendi için yaptığı, kendine uyan bir Yanılgı. Deliymişim gibi kaçtılar benden, tasarımda dünyadaki acıyı nereye koymalı?” duygularımı düşündüklerimi korkmadan söylememden kaçtılar. Ben mi korkmadan söylüyordum, onlar mı korkaklardı? Üstü kapalı anlatımlardan, cümlelerden, sessizlikten sonra da kendimden nefret eder olmuştum. İçimdeki neyin kavgasıydı, kafamda susmayan bu sesler neyin nesi olabilirdi? kendimi yok etmek üzere açtığım savaştan bir habersiz içimdeki seslerle savaştım; savaştım çünkü eğer bunlarla savaşırsam kendimi kurtarabilirim sandım. Ama bu savaşın sonucunda aldığım yenilgi geriye kalan tüm savaşlarımı en derininden etkiledi. Kaybedeceğinizi bile bile neden bu kadar çok savaşırız kendimizle? Neyi ispat etmeye çalışırız. Bu bir gövde gösterisi midir yoksa yıllar yılı alamadığımız o basit tebrik cümlelerini kazanmak için midir? Sevgi midir asıl ihtiyacımız yoksa öfke midir? Sevgi öfkeyi doğurabilirken öfke sevgiyi kusar. İçimizdeki bu bitmek bilmeyen savaşın döngüsü işte tam burada bu noktada başlar. İçimizde kendimize beslediğimiz o acı öfkemiz. Sevgiye dönüşemeyen bir öfke zaten zehirlemez miydi insanı. Bazen yaşanılan derin bir yorgunlukla görmezden gelirdi insan kendini sanırdı ki savaşmayı bırakırsa başka omuzlara kafasını koyarsa savaş biterdi. Yanıldıklarını en dipten bilirlerdi ama görmek istemezlerdi. Sonra gece sonunda tek başına bir odada kaldığında odanın o keskin soğu yüzüne çarptığında savaşın bitmediğini sadece savaşmayı bıraktığını kayıpların içinde hala yeni mezarlar açtığını fark ederdi. Gün gelirdi mezarlara yer kalmazdı, gün gelirdi zehrin o yakıcı kokusu içine katıp mahvettiği siyahlığıyla insanı içine çekerdi. İnsan kendisine aciz gelirdi. Bakamazdı kendisine, küçülürdü. İçimizdeki kavgamız, insanlığın kavgasıydı. İnsanlık ise kendini yok etmeye mahkûm bırakılmıştı. Cansu Eda Cankurtaran 08 RÖTUŞ DERGİSİ | SAYI 3
Fleepit Digital © 2021